Komisyon üyesi Gülistan Kılıç Koçyiğit İmralı’daki tarihi görüşmeyi anlattı
- 10:00 28 Kasım 2025
- Siyaset
Melek Avcı
ANKARA - İmralı ziyaretinde yer alan komisyon üyesi Gülistan Kılıç Koçyiğit, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la gerçekleştirdikleri “kritik eşik” denilen görüşmenin detaylarını ve karşılıklı masadaki başlıkları anlattı.
Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu içerisinden İmralı ziyareti için seçilen üç isim, 24 Kasım Pazartesi günü Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüştü. DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Yayman ve MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’ın yer aldığı heyetin ziyareti hem yerelde hem de uluslararası alanda büyük yankı uyandırdı. Sürecin “geçiş yasaları” aşamasına ve demokratikleşmenin inşasına geçilebilmesi açısından komisyon ziyareti, devletin önünde kritik bir eşik olarak dururken bu eşiğin aşılmasıyla birlikte sürecin ivme kazanacağı öngörülüyor.
İmralı’da Kürt Halk Önderi ile birçok başlığın masaya yatırılması ve tartışmaların konusu merakla izlenirken bu görüşmenin detaylarını heyette yer alan Gülistan Kılıç Koçyiğit aktardı. Sorularımızı yanıtlayan Gülistan Kılıç Koçyiğit, bu ziyaretin tarihsel önemine dikkat çekiyor.
“Ne yolculuk boyunca ne yolculuktan sonra ne de adada herhangi bir olumsuzluk yaşamadık.”
* Komisyon adına üç siyasi temsilci olarak İmralı Adası’nda Abdullah Öcalan ile görüştünüz. Adaya gitme yolculuğunuzdan itibaren yaşananları anlatabilir misiniz?
Komisyon toplantısı Cuma günü yapılmıştı ve o gün karar alındı. Ardından bize hazırlıkların yapılacağı söylendi. Sonuçta gerekli izin prosedürleri vardı. Yetkili kurumların bu izin prosedürlerini gerçekleştirmesi gerekiyordu çünkü Adalet Bakanlığı’na başvuru yapılması gerekiyordu. Meclis Başkanlığı bu prosedürleri gerçekleştirdi ve ardından Pazar günü bize, Pazartesi günü bu ziyaretin gerçekleşeceğine dair bilgi gelmiş oldu. Pazartesi sabah çok erken bir saatte kalktık. Üç heyet üyesi olarak Ankara’da buluştuk ve daha sonra İstanbul’a hareket ettik.
* Saat kaçta yola çıktınız? Yolculuk ne kadar sürdü, oradaki atmosfer nasıldı?
İstanbul’dan hava yoluyla adaya gittik. Tabii ki bize eşlik eden kurumdan güvenlik görevlileri de vardı ve adada bizi ilgili yetkililer karşıladı. Hızlı bir şekilde adanın içerisinde bulunan İmralı Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nin içerisine geçtik. Ne yolculuk boyunca ne yolculuktan sonra ne de adada herhangi bir olumsuzluk yaşamadık. Gayet normal, prosedüre uygun bir şekilde heyetimiz karşılandı ve biz cezaevine geçtik. Ardından zaten görüşme odasına geçtik ve orada birkaç dakika hazırlıklar sürdü. Hazırlıkların yapıldığını bize ifade ettiler. Daha sonra da zaten Sayın Öcalan geldi.
“Sayın Öcalan karşımızdaydı. Biz üç heyet üyesi masanın diğer tarafındaydık, karşılıklı oturduk. Sayın Öcalan çok güçlüydü, morali yüksekti. Gülerek, gayet enerjik bir şekilde salona girdi. Her bir üyeyle tek tek merhabalaştı.”
* Siz önce girdiniz, sonra Kürt Halk Önderi mi geldi? Görüşmenin gerçekleştiği salondaki oturma düzeni nasıldı?
Evet, biz heyet olarak görüşme odasına geçtik ve yerlerimizi aldık. O sırada yetkililer bize kısa bir bilgilendirme yaptılar. Birkaç dakikalık bir hazırlık süreci oldu. Kısa bir süre sonra da Sayın Öcalan odaya girdi ve her birimizle tek tek merhabalaştı, tokalaştı. Daha sonra hep beraber oturduk ve görüşme başladı. Sayın Öcalan karşımızdaydı. Biz üç heyet üyesi masanın diğer tarafındaydık, karşılıklı oturduk.
* Selamlaşma nasıl gerçekleşti? Kürt Halk Önderi sizi nasıl ağırladı? İlk olarak kim konuştu? İlk soruyu kim sordu?
Karşılıklı olarak bize “Hoş geldiniz” dedi. Bizleri takip ettiğini, tanıdığını ifade etti. Ardından heyet üyeleri, orada bulunma amacımızı, komisyonun üyeleri olarak orada olduğumuzu, partilerimizi ve temsiliyetlerimizi anlattılar. Bugünkü görüşmenin de nihayetinde komisyonun bir görüşmesi olduğunu belirttiler. Sayın Öcalan bunu dinledi ve görüşme detaylanarak devam etti.
* Görüşme kaydı nasıl alındı, görüntülü bir kayıt oldu mu?
Hayır. Görüşme görüntülü olarak kayıt altına alınmadı. Tutanak açısından yalnızca ses kaydı alındı.
* Ziyaretten önce bir hitap tartışması da basında provoke bir şekilde gündeme getirilmişti. Heyet nasıl bir hitapta bulundu?
Sayın Öcalan, her bir üyeye konuşurken ismiyle, “Fethi Bey, Hüseyin Bey” şeklinde hitap etti. Biz heyet olarak da Sayın Öcalan’la konuşurken “siz” diye hitap ettik.
* Abdullah Öcalan’ın sağlık durumu, morali nasıldı? Ne gözlemlediniz?
Sayın Öcalan çok güçlüydü, morali yüksekti. Gülerek, gayet enerjik bir şekilde salona girdi. Her bir üyeyle tek tek merhabalaştı ve “Hoş geldiniz” dedi. Ardından heyetten bir arkadaş heyeti tek tek tanıttı. Bizi tanıdığını ve kamuoyundan takip ettiğini kendisi de ifade etti. Ben özel olarak sağlığını sordum. Gayet iyi görünüyordu, sağlıklı ve moralli görünüyordu. Genel olarak çok iyiydi.
“Kadınların özel selamını kendisine iletme fırsatı buldum. Kadın özgürlüğünü temel aldığını dair çok kısa bir değerlendirme yaptı. Ve herkese selam söyledi.”
* Meclis komisyonu heyeti içerisindeki tek kadın sizdiniz, buna ilişkin bir değerlendirmesi oldu mu? Ya da kadınların sürece katılımına ilişkin herhangi bir şey söyledi mi?
Sayın Öcalan genel olarak biraz PKK'nin tarihsel serüvenini, daha önce Kürtlerle Türklerin tarihsel olarak ittifak yaptıkları zaman dilimlerini ve bütün bu ittifakların Türkiye halklarına, Kürtlere ve Türklere nasıl kazandırdığını ve tarihsel kırılma anlarından bahsetti. Yine PKK'nin çıkış koşullarından sonra barış arayışlarını, hükümet ve devlet kanadından özellikle her seferinde nasıl barış girişimleri olduğunu ama bütün bu barış girişimlerinin en nihayetinde nasıl akamete uğratıldığına dair geniş bir değerlendirme yaptı. Tabii heyet üyelerinin de sürece dair kendisine soruları oldu. Ben en sonunda kadınların özel selamını kendisine iletme fırsatı buldum ve 25 Kasım öncesi olduğu için de özel olarak bu konuda bir şey söylemek isteyip istemediğini sordum. O da kadınlar açısından kısa bir değerlendirme yaptı: Özellikle bir sokakta öldürme kültürü olduğundan bahsetti. Kadın cinayetlerinin yaşandığından bahsetti. Ve bu anlamıyla kendi kadın özgürlük bakışının, kadına yönelik ele alışının çok farklı olduğunu, kadın özgürlüğünü temel aldığını dair çok kısa bir değerlendirme yaptı. Ve herkese selam söyledi.
“Komisyonun 24 Kasım’da İmralı'ya gitmesi ve Sayın Öcalan'la bir görüşme gerçekleştirmesi tarihi nitelikte olduğunun altını çizelim. Meclis’te kurulan bir komisyon adına bizlerin adaya gitmesi, Sayın Öcalan'ın siyasi gücü açısından çok tarihi bir önemdedir.”
* Bir yıl önce böylesi siyasi bir düzeyde bir görüşme hayal dahi edilemezdi. Ancak gerçekleşti. Sorunun çözümü bağlamında düşündüğümüzde görüşmenin önemi nedir?
14 ayı geride bırakan bir süreçten bahsediyoruz. Bu anlamıyla aslında 1 Ekim 2024’ün kendisinin tarihi bir gün olduğunu ve o günden beri başlayan bir sürecin içerisinde olduğumuzu ifade edebiliriz. Bir yılı da geride bıraktık ve bu sürecin içerisinde çok kritik gelişmeler oldu. Bu anlamıyla 1 Ekim'de Sayın Bahçeli'nin DEM Parti sıralarına gelip bizimle el sıkışmasından sonra Sayın Öcalan’ın bu eli havada bırakmayan, bu eli karşılıksız bırakmayan çok önemli, tarihi bir yaklaşımı ve pratiği oldu. O anlamıyla hem 23 Ekim'de kamuoyuna yansıyan ilk mesajının kendisi, yani Kürt sorununu çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine taşıyabilecek teorik ve pratik güçte olduğunu ifade etmesi hem de bu teorik ve pratik gücün gereklerini gerçekten süreç içerisinde yerine getirmiş olmasının öneminin altını çizmek gerekiyor. 24 Kasım’da komisyon adına bir heyet olarak İmralı'da Sayın Öcalan'la görüşmenin arka planında Sayın Öcalan'ın bütün bu süreç içerisinde geliştirdiği, aştığı eşiklerin önemli bir payı olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Özellikle 27 Şubat çağrısının kendisi ve bu çağrının arkasında durarak bunun gereklerini örgütünün de yerine getirmiş olmasının bu yolu açtığının altını çizelim. Tabii bununla beraber 5 Ağustos'ta mecliste kurulan komisyonun da tarihi önemde olduğunu ifade etmiştik. Çünkü Sayın Öcalan ilk günden itibaren bu sürecin Mecliste konuşulması gerektiğini, Mecliste bir komisyon kurulması gerektiğini, toplumun çeşitli kesimlerinin ve siyasetin en geniş kesiminin bu sürece müdahil olması, bu süreçte inisiyatif geliştirmesi gerektiğini ifade etmişti ve bu komisyon bu anlamıyla da tarihi nitelikteydi.
Tabii komisyonun kuruluşundan sonra çok geniş bir zeminde dinlemeler gerçekleşti. Ama bu sorunun baş aktörü, sürecin ve barışın mimarı olan Sayın Öcalan’la görüşmemiş olması büyük bir eksiklik olacaktı. Sürecin ihtiyacına, gereklerine uygun olmayan bir tutum olacaktı. Komisyonun 24 Kasım’da İmralı'ya gitmesi ve Sayın Öcalan'la bir görüşme gerçekleştirmesi tarihi nitelikte olduğunun altını çizelim. Aslında önemli bir eşiğin daha aşıldığı, kritik bir eşiğin daha geride kaldığı bir süreç yaşandı. İkincisi, bugüne kadar devletin Sayın Öcalan'la çeşitli temasları vardı. DEM Parti İmralı heyetinin adaya gidişi oluyor, görüşmeleri oluyordu. Yine aynı şekilde 27 Şubat çağrısından önce eş başkanlarımızın da içinde olduğu geniş bir heyet adaya gitmişti ve Sayın Öcalan'la bir görüşme gerçekleşmişti. Fakat Mecliste kurulan bir komisyon adına bizlerin adaya gitmesi ve Sayın Öcalan'la görüşmesi, Sayın Öcalan'ın siyasi gücü açısından çok tarihi bir önemdedir. Sorunu salt güvenlik sorunu olma ekseninden çıkarıp sadece silah bırakma meselesi olmaktan çıkarıp, sorunun aynı zamanda siyasi bir sorun olduğunu ve bu siyasi soruna siyasi çözümler geliştirmek gerektiğini de 24 Kasım’daki görüşmenin kendisi teyit etmiştir. Bu anlamıyla oldukça önemli, tarihi nitelikte bir görüşme gerçekleştirdiğimizi ifade edelim.
“Sayın Öcalan’ı sadece ‘silahlı güçleri tasfiye edecek kişi’ olmakla sınırlandıran anlayışın dışında aslında siyasi bir güç olduğunu, siyasi bir muhatap olduğunu gördük.”
* Bu görüşme için hep “kritik eşik” ifadesi kullanıldı. Baktığımızda iktidarın, devletin bu noktaya gelmesiyle ne aşıldı, “kritik eşik” dediğimiz o eşik neydi?
Bir kesimin Sayın Öcalan'ın temsiliyetini, gücünü sınırlandırma, onu sadece örgütün silah bırakması ve fesih meselesinde bir muhatap olarak görme gibi bir yaklaşımı var. Oysa biz hep şunu söyledik: Sayın Öcalan sadece silah bırakma meselesinin, sadece PKK'nin fesih meselesinin muhatabı değildir. Aynı zamanda Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünün de muhatabıdır. Bu sorun siyasi anlamda çözülecekse, hukuksal zeminde çözülecekse, burada yasal zeminde bir çözüm arayışımız varsa eğer, o zaman bizim Sayın Öcalan'ın gerçekten nasıl bir dönüşüm yapmak istediğini, Kürt sorununun demokratik çözümüne dair önerilerini, görüşlerini bizzat kendisinden dinlememiz gerekiyor. Sayın Öcalan’ı sadece ‘silahlı güçleri tasfiye edecek kişi’ olmakla sınırlandıran anlayışın dışında aslında siyasi bir güç olduğunu, siyasi bir muhatap olduğunu gördük. Bunun öneminin altını çizmek gerekiyor. Yani Sayın Öcalan'ın rolünü, gücünü sınırlandırmaya çalışan, onu sadece devletin güvenlik birimlerinin görüştüğü bir kişi olarak sınırlandırmak isteyen bir akıl olduğunu görüyoruz. Siyasi bir muhatap olarak görmek istemeyen, siyasi muhataplığının önüne geçmek isteyen bir akıl olduğunu görüyoruz. Oysa komisyon “Ben Kürt sorununun demokratik çözümü meselesi için kuruldum, yol aldım ve bugün sorunun gerçek muhataplarıyla sorunu konuşmak, çözümü konuşmak, gelebilecek yeni aşamaları konuşmak istiyorum” demiş oldu. Bu karar nitelikli çoğunlukla alındı ve biz bu görüşmeyi gerçekleştirirken bunu da ifade etmiş olduk. Bunun çok çok önemli olduğunu belirtmek gerekiyor.
* CHP'nin komisyonda oylamaya dahil olmayarak temsilci göndermemesine ilişkin bir değerlendirme yaptı mı?
Sayın Öcalan’ın CHP'ye ilişkin düşünceleri aslında biliniyor, çokça CHP'ye dönük İmralı heyetimiz üzerinden değerlendirmeler yapmıştı. Bu değerlendirmelerin bir kısmı da kamuoyuna yansıdı. Cumhuriyetin kurucu partisi olarak CHP'yi önemsediğini, CHP'nin bu sürecin içerisinde mutlaka olması gerektiğine dair değerlendirmeleri kamuoyunun malumu. Bu görüşmede özel olarak CHP’nin gelmemesine dair bir değerlendirmesi oldu ve “Keşke CHP de gelseydi” dedi.
“Barış çabalarına çokça vurgu yaptı. 95’ten beri reel sosyalizm düşüncesini aşmaya başladığını, barış arayışlarını anlattı. Her barış sürecinin ya da her barış çabasının hem devlet katında hem de kendi tarafında nasıl bir şekilde akamete uğradığını ifade etti.”
* Kürt Halk Önderi ne tür başlıklara değindi? Sizlere neler anlattı? Görüşmede Kürt-Türk ilişkisi ve barışı gündeme geldi mi?
Uzun bir görüşmeydi açıkçası. Bu görüşmenin içerisinde Kürt ve Türk ilişkilerinin tarihsel arka planını Sayın Öcalan anlattı. Bu anlamıyla önce 1071 Malazgirt’teki ittifakın kendisi, Sultan Alparslan’ın Kürt beylikleriyle olan ilişkisine dair bir değerlendirme yapıldı. Yine Sultan Sencer-Selçuklu dönemine dair bir değerlendirmesi oldu. Yine Osmanlı'nın çözülüş döneminde Kürt beyliklerinin isyanının çözülüşte etkili olduğunu, Abdülhamid'in bunu fark ederek bunu engellemek için Hamidiye alaylarını kurduğunu ifade etti. Sonra Kurtuluş Savaşı, Kurtuluş Savaşı'nda Kürtlerin de yer almasına dair bir değerlendirmesi oldu. Bütünsel bir tarihsel arka plan sundu. Yine Selahaddin Eyyubi'nin Kudüs'ü fethetmesi döneminde Kürt ve Türk güçlerinin ortak mücadelesi sonucunda bunun gerçekleştiğini ifade etti ve sonra da günümüze geldi.
Başlangıç itibarıyla Cumhuriyet tarihi açısından ifade edersek Şeyh Sait İsyanı’na dair kısa bir değerlendirme yaptı ve bu isyanın 1921'lerde değil 1925'lerde olmasının nedeni üzerinde durdu. Çünkü en nihayetinde bir ümmet anlayışıyla Kürtler de Kurtuluş Savaşı'na dahil oldu ve bu savaş Kürtler ve Türkler tarafından birlikte verildi, nedeni de ümmet anlayışıydı. Ama daha sonra bu ümmet anlayışından uzaklaşılıp ulus-devlet anlayışının hâkim olmaya başlamasının bir isyana yol açtığını ifade etti. Daha sonra da kendisinin PKK’yi kurma sürecine nasıl başladığını, Çubuk’ta altı kişiyle başlayan yolculuğunu ve en nihayetinde PKK'nin tarihsel gelişimini ve bugüne kadarki süreci anlattı.
* En temel vurguları neyin üzerine yaptı?
Tabii burada en temel vurgularının iki şeye yaslandığını ifade edebiliriz. Bu anlamıyla tarihsel Kürt-Türk ilişkilerinin nasıl simbiyotik bir ilişki olduğunu, nasıl birbirini besleyen, geliştiren, birlikte ittifak halinde olunduğunda nasıl kazandırdığını, bundan uzaklaşıldığında ise nasıl birlikte kaybedildiğini vurguladı. Barış çabalarına çokça vurgu yaptı. 95’ten beri reel sosyalizm düşüncesini aşmaya başladığını, barış arayışlarını anlattı. Her barış sürecinin ya da her barış çabasının hem devlet katında hem de kendi tarafında nasıl bir şekilde akamete uğradığını ifade etti. Özal dönemi, Erdal İnönü, Demirel hükümeti dönemindeki arayışlar, Erbakan dönemi… Ve her birinin ardından nasıl pratiklerin sergilendiğini, nasıl müdahaleler olduğunu ve her seferinde bütün bu barış çabalarının nasıl akamete uğradığını ifade etti. Ve burada bir dış müdahalenin, Kürt ve Türk ittifakının gerçekleşmesini istemeyen, barışın gerçekleşmesini istemeyen uluslararası güçlerin bulunduğunu ve süreci sabote etmek için ne kadar büyük şeyler yapabileceklerini de Özal'ın ölümü üzerinden örneklendirdi. Sayın Turgut Özal'ın ölümünü bir tesadüf olarak değerlendirmediğini, buraya şüpheyle bakmak gerektiğini ifade etti.
“Meselenin sadece silah bırakma meselesi olmadığını, temel sorunun bir inşa sorunu olduğunu belirtti. Bu anlamıyla demokratik bir dönüşümün ve inşanın kendisini merkeze alan bir bakış açısına sahip olduğunu söyleyebiliriz.”
* Peki, kendisinin bu sürece yaklaşımı nasıl? Bu süreci diğer süreçlerden hangi yönlerde farklı görüyor? Buna ilişkin bir değerlendirmesi oldu mu?
Tabii, bir yıllık süreci de değerlendirdi. Sayın Cumhurbaşkanının Ahlat’ta yaptığı konuşmadan, Sayın Bahçeli'nin DEM Parti sıralarına gelip el sıkmasına, 22 Ekim'deki grup konuşmasına kadar birçok şeyi ifade etti ve bütün bunların çok kıymetli olduğunu, bu anlamıyla bir irade oluştuğunu söyledi. Kendisi de buna karşılık oluşturmak istediğini, o el sıkmaya ya da o barış çabasına bir karşılık oluşturmak istediğini ifade etti. Bu anlamıyla örgütün fesih ve silah bırakma 27 Şubat çağrısını da bu çerçevede formüle ettiğini belirtti. 27 Şubat çağrısının en önemli yanının bir mutabakat olduğunu, devlet katında da varılmış bir mutabakat olduğunu söyledi ve her bir cümlesinin, her bir satırının programatik nitelikte olduğunun altını çizdi. En önemli bölümlerden birisi buydu. Bu süreç içerisinde PKK’nin bütün çağrılara uyduğunu, ateşkesin hızlı bir şekilde devreye girdiğini ve o günden beri hiçbir şekilde bir şehit haberinin gelmediğini söyledi. Bunu çok önemsediğini, çok anlamlı bulduğunu ifade etti ve meselenin sadece silah bırakma meselesi olmadığını, temel sorunun bir inşa sorunu olduğunu belirtti. Bu anlamıyla demokratik bir dönüşümün ve inşanın kendisini merkeze alan bir bakış açısına sahip olduğunu söyleyebiliriz.
“Devletle bir mutabakatın olduğunu ifade etmekle beraber bugün temel arayışın bir siyasal mutabakat olduğunu ve bu siyasal mutabakat gerçekleştiğinde aslında birçok şeyin de aşılabileceğini ifade etti.”
*Kürt Halk Önderi nasıl bir inşadan söz ediyor, inşayı nasıl tanımlıyor, aktardı mı sizlere? Devlet ile Kürt halkı birlikte mi yapacak? Kürt halkı kendi başına mı yapacak?
Çok fazla başlık vardı, o nedenle bunu çok açamadı. Fakat şu vurgunun çok önemli olduğunu düşünüyorum: Mesele sadece silah bırakma meselesi değil. Mesele aslında biraz da inşa meselesidir. Burada demokratik bir inşaya vurgu yapması çok önemli. Tek taraflı bir süreçten ziyade, devletin demokratik dönüşümünü de esas alan bir sürece işaret ettiğini anlamak gerekiyor. Ama bunu tabii ki uzun uzun anlatma imkânı olmadı. Ama biz daha önceki değerlendirmelerinden de bunu çok iyi biliyoruz. Yani devletin demokratik dönüşümü, toplumun güç olması, toplumun öz örgütlülüğünün sağlanması ve gerçek anlamda Demokratik Cumhuriyet için birlikte mücadele edeceğimiz bir zeminin açığa çıkması ve bunun için de bir hukuksal zeminin oluşması gerekiyor. Yani bir hukuksal tanımanın, hukuksal olarak bir düzenleme ihtiyacına atıfta bulundu. Ama en önemlisi de bir siyasi mutabakata ihtiyaç olduğunu vurguladı. Devletle bir mutabakatın olduğunu ifade etmekle beraber bugün temel arayışın bir siyasal mutabakat olduğunu ve bu siyasal mutabakat gerçekleştiğinde aslında birçok şeyin de aşılabileceğini ifade etti.
*Devlet Bahçeli de, Feti Yıldız da sürecin başından beri “Umut Hakkı”na dair açıklamalarda ve paylaşımlarda bulunuyor. Bu toplantıda “umut hakkı” gündeme geldi mi?
Sayın Bahçeli’nin umut hakkına ilişkin değerlendirmesini önemsediğini açıkça söyledi. Bu konudaki değerlendirmesi bu kapsamda kaldı.
“Hem Türkiye açısından hem Suriye açısından hem Kürtlerin yaşadığı bütün ülkeler açısından Kürtlerin varlık olma hakkını koruyan, gören bir yaklaşımın esas alınması gerektiğini ifade etti.”
*Merak edilen bir diğer husus ise Demokratik Entegrasyon. Bu konuda değerlendirmeleri oldu mu? Kürtler ne şekilde devlete dahil olacak? Buna dair perspektifi ne?
Bunu daha ziyade Suriye bağlamı için ifade edebiliriz. Suriye konusu görüşmenin ana eksenini oluşturuyordu. Heyet üyeleri de daha ziyade Suriye ile ilgili daha fazla soru sordular. Çünkü komisyonda da birçok dinlediğimiz kesim Suriye’yi özel olarak konuşmuşlardı. Suriye’deki sürecin buradaki sürece olası etkileri ve Suriye'deki gelişmelerin kendisi biraz daha görüşmenin ana odağını oluşturuyordu. Suriye bağlamında da şunu çok açık ve net bir şekilde söyledi: “Çok uzun bir süre Esad yönetimi vardı ve Esad yönetiminin karakteristik özelliği en nihayetinde bir diktatörlüktü ve yıllarca da böyle yaşadılar. Bugün bir Şara yönetimi var. Eğer gerçekten demokratikleşme olmazsa en nihayetinde bu da bir diktatörlüğe gidecektir” diye ifade etti. O anlamıyla olmazsa olmaz diye ifade ettiği en temel şeylerden birisinin yerel demokrasi olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Demokrasi, toplumun örgütlenmesi, komün, meclis, kendi sivil toplumunu oluşturması, Suriye bağlamında örneğin Bayırbucak Türkmenleri, Kürtler, Çerkez topluluklar için söylediği gibi herkesin kendi topluluğunu, komününü, meclisini, sivil toplumunu inşa etmesi ve bu şekilde de kendi öz varlığıyla sisteme katılması gerektiğine değindi.
Bunun için de bir demokrasiye ihtiyaç olduğunu söyledi ve demokrasi olmazsa Suriye’de yeniden bir diktatörlük olacağını ve bunun da aslında Suriye halklarına hiçbir şekilde huzur, refah, mutluluk getirmeyeceğini belirtti. Cümle cümle değil ama kaba haliyle böyle ifade ettiğini söyleyebilirim. O anlamıyla demokratik entegrasyon açısından ‘Neye entegre olacak?’ sorusunun hepimiz açısından temel sorun olduğunu bir kez daha vurgulamak gerekiyor. Yani Kürtler ya da diğer halklar neye entegre olacaklar? Nasıl bir sisteme entegre olacaklar? Gerçekten demokratik olana ancak entegre olunabilir. Demokratik olanın bir parçası olunabilir. Devlet demokratikleşirse, demokratik bir dönüşüm sağlarsa halklar da o demokratik sistem içerisinde kendi öz örgütlülüklerini sağlayıp var olabilirler, diye ekledi. Bu Türkiye için de geçerli ama dediğim gibi sorulan sorular üzerine değerlendirme daha çok Suriye bağlamında gelişti. Orada da demokrasi olmazsa olmaz. Hem Türkiye açısından hem Suriye açısından hem Kürtlerin yaşadığı bütün ülkeler açısından Kürtlerin varlık olma hakkını koruyan, gören bir yaklaşımın esas alınması gerektiğini ifade etti.
“Suriye konusundaki tutumunun çok yapıcı olduğunu ifade etmem gerekir. Oradaki sorunların diyalogla aşılabileceğine inanıyor Sayın Öcalan. Zaten bu soru kendisine de sorulduğunda ‘Evet, oradakiler de beni dinlerler’ dedi.”
*En çok gündeme gelen ve merak edilen bir diğer husus ise Suriye. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ve Şam arasındaki gelişmeler. Türkiye, SDG’nin de silah bırakmasını dayatıyor. En son AKP Sözcüsü de yaptığı açıklamada bu konuya değindi. Abdullah Öcalan bu konuya girdi mi?
Türkiye’de mesele bir ikilik üzerinden tartışılıyor: YPG silah bırakacak mı, silah bırakmayacak mı? Bütün tartışmanın ana ekseni Suriye bağlamında buraya kitlenmiş durumda ve cevabı da ‘Evet’ ya da ‘hayır’ diye ifade edilmeye çalışılıyor. ‘Silah bırakacak mı, buna evet ya da hayır deyin’ gibi bir yaklaşımla ele alınıyor. Oysa ki Sayın Öcalan bu meseleyi biraz uzun ve detaylı olarak ele aldı. Demokratikleşme, demokratikleşme olmazsa Şara’nın neye dönüşeceğini ifade etti. Silah bırakma başlığı açısından şunu söyledi: 10 Mart mutabakatını önemsediğini ve uygulanması gerektiğini söyledi. Belki Suriye bağlamında en temel, altı çizilmesi gereken vurgunun bu olduğunu söylemek gerekiyor. 10 Mart mutabakatı, SDG yönetimi ile oradaki geçici hükümet arasında yapılan mutabakatın, yani Mazlum Abdi ile Şara arasında imzalanan mutabakatın uygulanması gerektiğini, bunu önemsediğini belirtti. Bu anlamıyla özellikle silahlı güçlerin orduya entegrasyonu ama aynı zamanda yerel asayiş güçlerinin olması gerektiğini dile getirdi. Birini İçişleri Bakanlığı, diğerini Millî Savunma Bakanlığı olarak ifade etti. ‘İkili düşünebilirsiniz’ dedi. Biri Millî Savunma Bakanlığı’na ordu olarak entegre olacak. Yerel asayiş güçleri ise İçişleri Bakanlığı’na bağlı yerel asayiş olacak. ‘Onun gibi düşünülebilir’ denildi. Bu konunun etraflıca tartışılması gerektiğinin altını çizdi. Suriye konusundaki tutumunun çok yapıcı olduğunu ifade etmem gerekir. Oradaki sorunların diyalogla aşılabileceğine inanıyor Sayın Öcalan. Ve kendisinin de bu konuda çok etkili olacağını da açık ve net bir şekilde söyledi. Zaten bu soru kendisine de sorulduğunda ‘Evet, oradakiler de beni dinlerler’ dedi… Ama bunun için tabii ki ‘koşulların oluşması gerektiğinin’ altını çizdi. Sonuçta koşullar oluşursa, diyalog zeminleri gelişirse, görüşebilirse birçok sorunu aşabileceğini, birçok sorunun çözülmesine katkı sunabileceğini özel olarak ifade etti.
*Hüseyin Yayman ve Fethi Yıldız özellikle ne sordular? Dikkatinizi çeken soruları ne oldu?
Diğer iki heyet üyesi de kamuoyunda tartışılan, kamuoyunun çok merak ettiği, Türkiye’de en fazla Kürt sorunu denildiğinde ya da bu süreç konuşulduğunda gündeme gelen soruları daha öncelikli olarak sordular. Bunun ana eksenini dediğim gibi biraz Suriye oluşturuyor. Suriye’deki entegrasyon ya da 10 Mart mutabakatının uygulanma meselesi. Bazı özel başlıklar da tabii ki soruldu, konuşuldu. Örneğin ‘petrol gelirleri ne olacak’ sorusundan ‘YPG silah bırakacak mı’ gibi sorulara kadar birçok soru soruldu.
*Heyet üyeleri Kürt Halk Önderi ile yaptıkları sohbet sonrası sorularına yanıt buldu mu, sizce ikna oldular mı?
İkna oldular. Tatmin olduklarını düşünüyorum. Bu süreç açısından Sayın Öcalan’ın kararlılığını, 27 Şubat çağrısının arkasında durduğunu, sadece Türkiye açısından değil, bölge açısından Kürt sorununun demokratik çözümü perspektifine sahip olduğunu, bir Türkiyeli Kürt yurttaş olarak Kürt sorununun demokratik çözümü için elinden gelen bütün çabayı harcamaya hazır olduğunu ve harcadığını bizzat gördüler. Bu konuda çok ikna olarak döndüklerini ifade edebilirim. Ben bunu bizzat gözlemledim. Bu görüşmenin sonucunda adaya giden Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu heyeti olarak Sayın Öcalan’ın bu süreci yürütme iradesini, 27 Şubat çağrısının gereklerini yerine getirme konusundaki çabasını, kararlılığını bizzat gözlemleme şansına sahip olduk ve komisyon üyeleri olarak ikna olmuş halde döndüğümüzü söyleyebilirim.
“Sayın Öcalan bütün bu tarihsel serüvenin içerisinde çok geçmişe götürerek Kürt sorununu anlattı. Şöyle bir belirleme de yaptı: ‘İlk defa Kürt sorununu idam sehpasından masaya taşıdık’ dedi.”
*Süreç şu anda farklı bir aşamada. Bugüne kadar devlet görüşüyordu ancak şu an artık siyasiler de görüşmeye başladı. Şu anda bulunan bu aşamaya dair ne tür değerlendirmeler yaptı? Önemine dair bir değerlendirmesi oldu mu?
Bu konuda yaptığı en genel değerlendirme, bu görüşmenin tarihi olduğuydu ve bu anlamıyla bir siyasi çözüm için mutabakat arayışına sahip olduğunu ve bizi de bir siyasi heyet olarak orada gördüğünü belirterek heyetimize şöyle dedi:’Siz siyasetçiler olarak buradasınız. Biz şu ana kadar hep devletle görüşüyorduk. Bu sefer ilk defa bir siyasi heyetle görüşüyoruz. Bu da siyasi çözüm ve sorun ile ilgili bir mutabakat arayışıdır.’ Tabii Sayın Öcalan bütün bu tarihsel serüvenin içerisinde çok geçmişe götürerek Kürt sorununu anlattı. Tarihsel köklerini anlattı. Kürtler ve Türklerin tarihsel ittifakını anlattı. Ama aynı zamanda şöyle bir belirleme de yaptı: ‘İlk defa Kürt sorununu idam sehpasından masaya taşıdık’ dedi. Bence bu görüşmede en temel vurgulardan birisinin bu olduğunu ifade etmek gerekiyor. Bugüne kadarki bütün Kürt isyanları hep idam sehpalarında sonlanmış. Hep bir şekilde bastırılmış ve köklü çözüm bulunamadığı için tekrar etmiş. Bunun da çok acı sonuçları olmuş. Ama ilk defa 29. İsyan diye ifade edilen PKK’nın çıkışı için ‘Bir Kürt isyanını biz idam sehpasından masaya taşıdık ve bunu barışla sonuçlandıracağız” diye bir ifadesi oldu. Ben bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum.
*En çok tartışılan hususların başında ise yasal düzenlemeler geliyor. Yasal düzenlemelere dair değerlendirmesi ne?
Sayın Öcalan, 11 Temmuz’daki silah yakma törenini ve yine 26 Ekim’de Türkiye’den PKK güçlerinin çekilmesini çok önemsediğini ifade etti. Yine 1 Mart’tan beri süren ateşkes ve hiçbir can kaybının olmamasının memnuniyet verici olduğunu, bunun çok önemli olduğunun altını çizdi. Silah bırakıp, yakanların Türkiye’ye dönmemiş olmasının yasa eksikliğinden kaynaklandığını söyledi ve yine orada Bahçeli’ye atfen, ‘Sayın Bahçeli de bunu söylemişti. Keşke gelebilselerdi’ dedi. O anlamıyla gelmelerinin koşulunu oluşturmak için de bir yasal düzenleme ihtiyacı olduğunu belirtti.
*Kürt Halk Önderi, yazdığı kitaplarda “Türk ne kendi adına barışabilir ne de savaşabilir” diyor. Kısaca bölgesel ve küresel güçlerin etkisinden bahsediyor. Ancak şu anda barış süreci olarak da tanımlanabilecek bir süreç var. Bölgesel ve küresel güçler sürece nereden yaklaşıyor?
Ahlat ve Malazgirt’te Sayın Cumhurbaşkanı’nın konuşmasıyla başlayan süreç ve 1 Ekim’de Sayın Bahçeli’nin el uzatmasıyla başlayan süreci biraz ‘devlet aklı’ olarak okuduğunu ifade edebiliriz Sayın Öcalan’ın. Bu anlamıyla bu yeni gelişen süreci devlet aklının geliştirdiği bir süreç olarak okuyor ve siyasetin de bu sürecin bir parçası olmasına inandığını ifade ediyor. En azından sonuç olarak ben kendi adıma böyle bir çıkarım yaptığımı söyleyebilirim. Bu sürecin başarılı olması gerektiğini, başarılı olmasını istemeyen yapılar olduğunu, en azından bir darbe mekaniği vurgusunu dile getirdi. Yani bu süreç başarılı olmazsa en nihayetinde yine bir darbe mekaniğinin devreye girebileceğine dair bir tehlikeye dikkat çekti.
“İsrail’in bir Kürt gücüne yaslanarak bundan sonra var olmak istediğini ifade etti. Bu anlamıyla bütün bölgesel gelişmeleri iyi okumak gerektiğine dair bir değerlendirmesi oldu.”
*İsrail’in Türkiye’ye tehdit yarattığına dair görüşler de var. Hatta bu sürecin bu nedenle başladığı belirtiliyor. İsrail–Türkiye ve Kürtler ile İsrail dengelerine dikkat çekti mi?
Evet, İsrail’in Orta Doğu’da yapmak istediğine dair belli vurguları oldu. Özellikle Abraham Anlaşmaları üzerinden nasıl Orta Doğu’yu dizayn etmek istediklerini, nasıl bölgesel bir güç olmak istediklerini anlattı. İsrail’in bir Kürt gücüne yaslanarak bundan sonra var olmak istediğini ifade etti. Bu anlamıyla bütün bölgesel gelişmeleri iyi okumak gerektiğine dair bir değerlendirmesi oldu ve tarihsel akış içerisinde Kürtlerin üzerine sürekli hesap yapan birçok gücün olduğunu da ekledi.
*Süreç eğer sağlıklı bir zeminde ilerlemez, icra edilmezse Kürtlerin ne şekilde hareket etmesi gerektiğine dair bir değerlendirmesi oldu mu?
Sayın Öcalan’ın bütün değerlendirmesi sürecin başarısı içindi. Sürecin başarılı olması için gereklerine dikkat çekti ve bu sefer başarmak gerektiğine dair özel bir değerlendirmesi oldu. Başarısızlık konusunda en genel değerlendirmesi ise şuydu: ‘Başarısız olması durumunda darbe mekaniği devreye girecektir ve bu en nihayetinde birçok kesime de yönelecektir’ dedi. Ve bir önceki çözüm sürecini, yani 2013–2015 yılları arasındaki çözüm sürecini ve oradaki çözüm karşıtı odakların süreci nasıl sabote ettiğini kısaca hatırlattı. Bugün de bunun olmaması için mutlaka süreci başarmak gerektiğini söyledi.
“Biz 3 komisyon üyesi olarak ses kaydından oluşturulmuş tutanağı imza altına aldık ve Meclis Başkanına teslim ettik. Mutlaka bütün kamuoyu tutanağı bilmelidir ki herhangi bir spekülasyona yer kalmasın.”
*Komisyon Çarşamba günü bir araya geldiğinde nasıl bir çalışmayı esas alacak? Çözüm önerileri, yasal çerçeve tartışmaları nasıl olacak? En önemlisi de İmralı’da bu konu nasıl tartışıldı?
Biz bu toplantının çok daha erken yapılmasını istedik. Aslında Çarşamba günü bu toplantının yapılması konusunda konuşmuştuk. Bizim de beklentimiz bu yöndeydi. Çünkü meclis komisyonuna ilk elden ve çok hızlı bir şekilde bilgilendirme yapmayı çok önemsiyoruz. En azından biz DEM Parti olarak bunu ifade ettik ve bu toplantının geciktirilmeden yapılmasının önemli olduğunu söyledik. Geciken her gün kamuoyunda farklı spekülasyonlara ve farklı manipülasyonlara yol açıyor ki bunun yavaş yavaş olmaya başladığını da gördük. Gelecek hafta Perşembe günü yapılacak komisyon toplantısını önemsiyoruz. Gecikmesinin mücbir sebepleri olabilir. Fakat o zaman da çıkıp bu mücbir sebepleri ifade etmek gerekiyordu. O anlamıyla bunu doğru bulmadığımızı söylemek durumundayım.
*Tutanaklar kamuoyu ile paylaşılacak mı?
Biz 3 komisyon üyesi olarak ses kaydından oluşturulmuş tutanağı imza altına aldık ve Meclis Başkanına teslim ettik. Bu tutanağın imza altına alınmış hâlinin, yani olduğu gibi komisyona mutlaka aktarılması gerektiğini düşünüyorum. Bizce bu tutanak basına da açık olmalıdır. Mutlaka bütün kamuoyu tutanağı bilmelidir ki herhangi bir spekülasyona yer kalmasın. Sayın Öcalan’ın Kürt sorununun demokratik çözümüne dair komisyona aktarımlarını bütün kamuoyunun bilmesi, Türkiye halklarının bilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. O tutanaklar açılırsa Sayın Öcalan’ın çözüm perspektifinin Türkiye ve bölge halklarını nasıl önemsediğini, Kürt sorununun demokratik çözümündeki bakışını herkes çok daha açık şekilde görecek ve bu anlamıyla bütün spekülatif tartışmalar da geride kalacaktır. Komisyonun diğer bir görevi de çalışmasının sonucunda hazırlayacağı rapordur. 28 Kasım’a kadar bütün partiler raporda yer alacak genel çerçeveyi, genel başlıkları hızlı bir şekilde Meclis Başkanına vereceklerdi. O anlamıyla biz de hazırlıklarımızı yapıyoruz. Perşembe günü, raporda yer alması gereken genel başlıkların müzakeresi olacaktır. Daha sonra da genel raporun nasıl yazılacağı, nasıl kaleme alınacağı tartışılacak ve ardından da hızlı bir şekilde rapor tamamlanarak Genel Kurul’a gönderilecek ve yasal yapım sürecine başlanmış olacak.







