Kadınlar barış diyor, medya sessizliği seçiyor

  • 09:07 17 Ağustos 2025
  • Medya Kritik
Derya Ceylan
 
HABER MERKEZİ – Kadınların sürece dair sözü var, talebi var, deneyimi var. Ama medya, barışı konuşurken bile onları duymamayı tercih ediyor.
 
Barış, sadece imzalarla ya da protokollerle değil; toplumun farklı kesimlerinin sürece katılmasıyla kurulur. Barış masasında oturanların kim olduğu kadar, bu sürecin kamuoyuna nasıl aktarıldığı da belirleyicidir. Medya, bu noktada kritik bir rol üstlenir. Sadece olanı anlatmakla kalmaz; kimi konuşturduğunu, kimin sözünü bastırdığını seçerek, sürecin yönünü de etkiler. Ancak Türkiye’de kadınların barış süreçlerindeki görünürlüğü söz konusu olduğunda, medya çoğu zaman ya sessiz kalıyor ya da yüzeysel bir temsille yetiniyor. Oysa dünyadaki örnekler, kadınların sesinin barışa nasıl yön verdiğini açıkça gösteriyor. 
 
Dünyada barış süreçlerinde medyanın rolü
 
Güney Afrika’da apartheid rejiminin sona ermesinden sonra kurulan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, sadece siyasi liderlerin değil, sistematik şiddete uğrayan kadınların da tanıklıklarını merkeze aldı. Ulusal yayınlar günlerce bu tanıklıkları ekrana taşıdı. Kolombiya’da FARC ile hükümet arasında yürütülen barış müzakerelerine kadınlar doğrudan katıldı. Bu süreçte kurulan “Cinsiyet Alt Komisyonu” sayesinde kadınların talepleri resmi gündeme alındı. Medya ise sadece müzakere masasına değil, sahadaki kadın hakları savunucularına, kadın gazetecilere de görünürlük sağladı. Kuzey İrlanda’da BBC ve yerel medya, çatışmalardan doğrudan etkilenen kadınların hikâyelerine odaklandı. Röportajlar, belgeseller ve düzenli haber akışıyla barışın insani boyutu öne çıkarıldı. Bu örneklerin ortak noktası şuydu: Kadınlar sadece mağdur olarak değil, çözümün parçası olarak anlatıldı. Medya, kadınların sesini taşımayı kamusal sorumluluk olarak gördü. 
 
Peki, Türkiye’de bu sorumluluk ne kadar yerine getiriliyor? 
 
Kadınlar ‘barışta biz de varız’ diyor, televizyonlar duymuyor
 
Meclis’te kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, hükümetin “toplumsal barışı yeniden inşa etme” iddiasıyla hayata geçirdiği bir yapı. Ancak daha komisyonun yapısı açıklanır açıklanmaz, eşit temsiliyet tartışmaları da büyüdü. Çünkü 51 üyeli komisyonda yalnızca 9 kadın vardı. Kadın örgütleri, bu tabloya tepki göstererek barışın kapsayıcı olması gerektiğini vurguladı. EŞİK Platformu, Tevgera Jinên Azad (TJA), DEM Parti Kadın Meclisi, DBP Kadın Meclisi ve daha birçok kadın örgütü, “Kadınlar barış süreçlerine bir lütufla değil, hakla katılmalı” dedi. Temsil eşitsizliğine dikkat çekmekle kalmadılar, aynı zamanda çözüm de sundular: “Fermuar sistemi” gibi uygulamalarla her karar mekanizmasında kadın-erkek eşitliği sağlanmalıydı. Ayrıca, geçmişte yaşanan hak ihlallerini araştırmak üzere bir “Hakikat Komisyonu” kurulması önerisi de getirdiler. Bu, yalnızca kadınları ilgilendiren değil, Türkiye’nin tüm demokratik geleceğini ilgilendiren bir talepti. 
 
Ancak medyanın büyük bir kısmı bu talepleri duymazdan geldi. TRT Haber, A Haber, CNN Türk, NTV, Habertürk ve benzeri yayın organları, kadın örgütlerinin bu açıklamalarına bültenlerinde yer vermedi. Yer verdiklerinde ise, açıklamalar bağlamından koparıldı, kısaltıldı, “fikir önerisi” gibi sunularak etkisizleştirildi. Birkaç saniyelik görüntüler, haberin gerçek anlamını taşıyamayacak kadar yüzeyseldi. Bu medya sessizliği, yalnızca bir editoryal tercih değil, aynı zamanda siyasi bir pozisyondu. 
 
Muhalif medya görünürlük sağlıyor ama yeterli mi? 
 
Muhalif medyada durum biraz daha farklı görünse de, orada da sorunlar başka biçimlerde karşımıza çıkıyor. Halk TV, Tele 1, NOW TV gibi televizyon kanalları, kadınların barış sürecine yönelik çağrılarına yayınlarında yer verdi. Tartışma programlarında konu gündeme getirildi. Ancak burada da dikkat çeken bir detay vardı: Bu programların konukları çoğunlukla erkeklerden oluşuyordu. Gazeteciler, akademisyenler, siyasetçiler… Yorumlayan, analiz eden, çözüm sunan yine erkeklerdi. Kadınlar ise çoğu zaman sadece “haber konusu” olarak yer aldı, doğrudan konuşmacı olarak değil. Oysa sahada çalışan kadın aktivistler, yerel meclis temsilcileri ya da barış inşası konusunda uzman kadın akademisyenler sürece gerçek katkılar sunabilecek kişilerdi. Onlara söz verilmediğinde, görünürlük sadece görüntüde kalıyor; içerikte eksiklik sürüyor. 
 
Kadınların yokluğu medyanın kör noktası mı? 
 
Barış süreci özelinde yaşanan bu temsil sorunu, aslında medyanın daha genel bir sorununun parçası. 6 Şubat depremlerinin ardından ekranlara çıkan afet yayınlarında benzer bir durum tekrarlandı. CNN Türk’te “Tarafsız Bölge” programında, Habertürk’te “Açık ve Net”te afet yönetimi konuşuldu ama konuşanlar yine erkek uzmanlar ve siyasetçilerdi. Oysa sahada arama kurtarma yapan kadın mühendisler, sağlık çalışanları, gönüllüler ve STK temsilcileri vardı. Ancak medya, bu sesi ekranlara taşımadı. Aynı durum ekonomi yayınlarında da geçerli. Enflasyon, bütçe, kriz gibi konular tartışılırken kadın ekonomistlere mikrofon uzatılmadı. Oysa kadınlar hem krizden en çok etkilenen gruplardan biri hem de bu alanın uzmanları olarak sürece katkı sunabilecek konumda. 
 
Erkekler arasında bir barış mı? 
 
Tüm bu örnekler, ana akım medyada sistematik bir temsil sorunu olduğunu gösteriyor. Kadınlar, haberin nesnesi olarak var, ama öznesi olarak yok. Medya bu haliyle, barış sürecini de erkekler arasında geçen, kapalı bir “siyasi pazarlık” gibi gösteriyor. Oysa barış, kadınsız tamamlanmaz. Kadınların hem deneyimi hem de çözüm kapasitesi, bu sürecin en önemli parçalarından biri. Medya, kadınların bu pozisyonunu görünmez kıldığında, sadece bir temsiliyet sorunu yaratmıyor; barışın demokratik niteliğine de zarar veriyor. 
 
Ne yapmalı? 
 
Bu tabloyu değiştirmek mümkün. Öncelikle, televizyon programlarında konuk seçiminde toplumsal cinsiyet dengesi gözetilmeli. Yasal bir kota olmasa bile, yayıncılar kendi iç denetim mekanizmalarıyla bu dengeyi kurabilir. Kadın uzmanlar, saha temsilcileri ve hak savunucuları medya içeriğinin doğal parçası haline getirilmeli. Ayrıca medya içeriklerini toplumsal cinsiyet eşitliği açısından izleyen bağımsız gözlem mekanizmaları güçlendirilmeli; hazırladıkları raporlar kamuoyuna açık şekilde duyurulmalı. Uluslararası örnekler, Türkiye için ilham verici olabilir. Güney Afrika’daki medya şeffaflığı, Kolombiya’daki cinsiyet alt komisyonları ya da Kuzey İrlanda’daki yerel medya stratejileri gibi modellerden faydalanılabilir. 
 
Barışın sesi kimden yükseliyor?
 
Barış sadece “ne söylendiğiyle” değil, “kimin söylediğiyle” de ilgilidir. Eğer sadece erkekler konuşuyorsa, o barış eksiktir. Eğer sadece belli bir siyasal görüşün medyada sesi duyuluyorsa, o süreç şeffaf değildir. Kadınların sesi barış sürecinde sadece duyulmakla kalmamalı; karar mekanizmalarında, medya ekranlarında ve kamuoyunun gündeminde aktif bir şekilde yer almalıdır. Aksi takdirde, kurulmak istenen barış, sadece kağıt üzerinde kalır. Gerçek bir barış ise ancak herkesin sesiyle mümkündür.