‘Umut hakkının uygulanması süreçteki engellerin kalkması demek’

  • 09:02 29 Mayıs 2025
  • Güncel
Şehriban Aslan
 
AMED - Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a uygulanması gereken ‘umut hakkı’na ilişkin konuşan avukat Eylül Özgültekin, “Umut hakkından faydalanılması, sürecin önündeki engellerin kaldırılması anlamına gelir. Aynı zamanda Sayın Öcalan’ın topluma söyleyeceği sözleri daha rahat ifade edebilmesinin yolunu açar” dedi.
 
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı, “Asrın çağrısı” olarak tanımlanan “Barış ve demokratik toplum çağrısı” dünyanın birçok yerinde büyük yankı uyandırırken farklı kesimlerden de destek geldi. Bu tarihi çağrının ardından, PKK 12’nci Olağanüstü Kongresi’ni 5-7 Mayıs tarihleri arasında, eşzamanlı olarak iki farklı bölgede gerçekleştirdi. Kongrede, PKK’nin ideolojik, politik ve örgütsel hattına dair kapsamlı değerlendirmeler yapıldı; yeni mücadele sürecine ilişkin kritik kararlar alındı. Farklı alanlardan çok sayıda delegenin katıldığı kongre, örgütsel bütünlük ve ortak irade açısından önemli bir dönüm noktası oldu. Ancak, bu çağrının üzerinden aylar geçmiş olmasına rağmen, devlet cephesinden barışa dair herhangi bir somut adım atılmadı. 
 
Var olan süreçte ne olacağı ve hangi adımların atılması gerektiği tartışılırken, gündemin en temel başlıklarından biri, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a dönük “umut hakkı” meselesi olmaya devam ediyor. Toplumsal barışın önünü açacak bu adımın hayati bir eşik olduğu vurgulanırken, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi avukat Eylül Özgültekin, umut hakkının taşıdığı öneme dair değerlendirmelerde bulundu.
 
‘İlk karar Öcalan 2 No’lu kararıdır’
 
Ağırlaştırılmış müebbetin kaba tabirle idamın yerini aldığını belirten Eylül Özgültekin, “TMK kapsamındaki suçlara verilen ağırlaştırılmış müebbet cezaları, fiilen uzun süreli bir ölüm cezası anlamına geliyor. Bu durum, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapılan başvuruların ardından “umut hakkı” kavramı üzerinden tartışılmaya başlandı. Umut hakkı; cezaevindeki tutsakların cezalarını ölene dek çekmeyeceklerine dair bir beklenti ve yaşama dair umutlarının var olmasıyla ilgilidir. AİHM kararlarında, tutukluların cezaevinde geçirdiği sürelerin belirli aralıklarla gözden geçirilmesi gerektiğine ve bunu sağlayacak bağımsız bir mekanizmanın varlığına dikkat çekilmektedir. Umut hakkına dair verilen ilk karar, ‘Öcalan 2 No’lu kararı’dır. Bu kararda belirli bir süre ifade edilmemekle birlikte, AİHM’nin önceki içtihatlarında en geç 25 yıl sonra cezanın koşullarının yeniden değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır” dedi.
 
‘Toplumun genel bir sorunu haline geldi’
 
Eylül Özgültekin, Türkiye’deki yansımasına bakıldığında 1999 yılında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından hemen sonra idam cezasının kaldırıldığını belirtti. Eylül Özgültekin, “Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde Türkiye'nin verdiği taahhütler doğrultusunda idam cezası kaldırıldı ve yerine ağırlaştırılmış müebbet cezası getirildi. Ancak bu değişikliğe rağmen, Türkiye açısından hala yapılmamış bir yasal düzenleme sorunu bulunuyor. Son olarak Avrupa Konseyi, 2024 yılında Türkiye’ye bu konuda düzenleme yapması için süre verdi. Türkiye bu yükümlülüğü yerine getirmezse, bir ara yaptırım süreci gündeme gelecek. Bu durum, yalnızca Sayın Abdullah Öcalan özelinde değil, çok sayıda mahpusu doğrudan ilgilendiren toplumsal bir meseleye dönüşmüş durumda. Siyasal kimliğinden bağımsız olarak, umut hakkı meselesi infaz rejiminde ciddi bir eşitsizlik yaratıyor. Özellikle TMK kapsamında cezalandırılanlar açısından, adli suçlularla karşılaştırıldığında çok daha farklı ve ağır infaz uygulamaları devreye giriyor. Bu da cezaların süresi ve uygulanış biçimi açısından yapısal bir adaletsizlik yaratıyor. Dolayısıyla, bu sorunun çözümü için en temel ihtiyaç, infaz rejimindeki eşitsizliğin ortadan kaldırılmasıdır. Ancak bu yolla umut hakkı başta olmak üzere, tutuklu ve hükümlülerin temel insan hakları güvence altına alınabilir.” şeklinde konuştu.
 
‘Bu sürecin aktörlerinden biri Sayın Öcalan’dır’
 
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat çağrısına dikkat çeken Eylül Özgültekin, öncesinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin de konuşmasını hatırlattı. Var olan sürece de değinen Eylül Özgültekin, “Henüz bu sürece net bir isim verilmiş değil: Çözüm süreci mi, barış süreci mi, diyalog süreci mi? Adı ne olursa olsun, yaşanan bu süreçle birlikte 'umut hakkı' artık dokunulabilir bir mesele haline geldi. Bu noktada bir gerçeklik açıkça ortadadır: Kürt halkının, bu sürecin temel aktörü olarak gördüğü; önder kabul ettiği ve devletin de meşru muhatap olarak kabul ederek süreci birlikte yürüttüğü kişi, bugün ağırlaştırılmış tecrit koşulları altındadır. Üstelik bu tecrit yalnızca bugünün sorunu değildir; uzun yıllardır devam eden, yapısal bir uygulamadır. Ancak deneyimler göstermiştir ki, ne zaman bir diyalog zemini oluşsa, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki birçok engel kalkmaya başlamıştır. Bu nedenle, yürüyen bu sürecin aktörlerinden biri Sayın Abdullah Öcalan’dır. O’nun umut hakkından yararlanması; hem bu sürecin önündeki siyasal ve hukuki engellerin kaldırılması, hem de topluma söyleyeceği sözleri daha rahat söylemesinin önünün açılması anlamına gelir” sözlerine yer verdi.
 
‘Israrlı bir taraf var’
 
“Demokratikleşmeye dair bir tarafın ısrarlı adımı var” diyen Eylül Özgültekin, “Devletin de Adalet Bakanı'nın da yakın bir tarihte hem infaz yasasına ilişkin hem de hasta tutsaklara dair bir açıklaması oldu. Daha demokratik siyasete dönüyor olmanın devleti de bu anlamda zorlayan taraf olduğunun kanaatindeyim. Yani artık bir silah yok ve demokratik siyaset istenci var. Dolayısıyla, ‘haklarımızı meşru zeminde dile getiriyoruz. Bunun karşılığında da 'somut adımlar atılmalı'’ gibi bir yaklaşım var. Ki devlet yetkililerinin de böylesi bir söylemi oluyor. Bu anlamda Adalet Bakanı’nın hasta tutsaklara dair açıklamasını kıymetli görüyorum. Orta Doğu’nun konjonktürel tablosuna da bakmamız gerekiyor, sanki bir haliyle bunun bir ihtiyaç haline geldiğini görüyoruz ” ifadelerini kullandı.
 
‘Hukuki zeminde payımıza düşen her şeyi yapmalıyız’
 
Eylül Özgültekin, son olarak şu ifadelere yer verdi: “Bir hukukçu olarak bu meselenin hukuki zeminde tartıştırmak ve bu meselenin hukuki zeminde payımıza düşen her şeyi yapmak gibi çok temel sorumluluklarımız var. Payımıza ne düşüyorsa bizler de fazlasıyla yerine getireceğimizi belirtebilirim.”