‘Kobanê ruhunu yeniden kuşanmak gerek’

  • 09:01 17 Aralık 2024
  • Güncel
Elfazi Toral
 
İSTANBUL - Rojava’nın yalnızca Kürt halkı için değil, Orta Doğu ve dünya halkları açısından da umut taşıyan bir model olduğuna dikkat çeken Alınteri’den Mürüvet Küçük, “2014’teki Kobanê direnişi, DAİŞ’in belini kırdı ve insanlığın umudu oldu. Rojava’yı savunmak, demokratım diyen herkesin görevi” dedi. Mürüvet Küçük, bölge üzerindeki emperyalist planların, halkların direnişiyle boşa çıkacağını vurguladı.  
 
Heyet Tahrir-i El Şam (HTŞ) gruplarının Şam’ı ele geçirerek Esad rejimini devirmesi, Suriye’deki iç savaşın seyrini değiştirdi ve çatışmaları yeni bir aşamaya taşıdı. Bu gelişmelerle paralel olarak, Türkiye ve ona bağlı Suriye Milli Ordusu (SMO), Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılarını yoğunlaştırdı. 27 Kasım’dan bu yana devam eden saldırılar, özellikle Rojava Devrimi’nin kazanımlarını hedef alırken, sivillere yönelik saldırılarla yaşam alanları tahrip ediliyor ve onlarca sivil yaşamını yitiriyor.
 
Rojava, Ortadoğu halkları için bir model oluşturan devrim çizgisiyle, Türkiye’nin sistematik saldırılarının odak noktası olmaya devam ediyor. Minbic ve çevresindeki köyler de dahil olmak üzere geniş bir bölgede saldırılar sürerken, 2014 yılında Kobanê’de direnişin ortaya koyduğu ruhun ve önümüzdeki süreçte izlenecek mücadele yol haritasının nasıl şekilleneceği merak konusu olmaya devam ediyor. Alınteri’den Mürüvet Küçük, bu kritik süreçle ilgili değerlendirmelerde bulundu.
 
‘Kobanê‘deki  direniş çok görkemli bir denize dönüştü’
 
Rojava’nın 2014 yılında Kürtlerin inisiyatif geliştirerek yeni bir hayat örgütlemeye çalıştığını söyleyen Mürüvet Küçük, Kürt halkının Rojava’da demokratik halkçı bir model yarattığını belirtti.  “O dönem, DAİŞ’in planı doğrultusunda çok büyük miktarda para ve ağır silahlarla kendisini donatarak binlerce Êzîdî’yi katledip Kürtlere büyük zararlar vererek Kobanê’ye kadar geldiler” diyen Mürüvet Küçük,  o dönemde dünya halklarının gözü kulağının Rojava’da olduğunu ifade etti. Mürüvet Küçük, “Çünkü DAİŞ, hem kendi yarattıkları bir sonuçtu hem de korkunç bir gücü ifade ediyordu. Kobanê’deki çatışma, çok görkemli bir direnişe; o direniş ise adeta büyük bir denize dönüştü. O atmosfer içerisinde dünyanın birçok yerinden insanlar, Kobanê’ye yönelik saldırılara karşı gelişen direnişi desteklemek için fiilen savaşa katıldılar, oradaki direnişte yer aldılar. Türkiye’den de giden devrimciler oldu, birçoğu ölümsüzleşti. Türkiye cephesinde ise yüreği insan kurtuluşundan yana atan devrimciler ve ilericiler, bu gericiliğe karşı tutum almak gerektiğini hissederek veya bu mücadelenin bir parçası olmak için binlerce kişi sınıra yığıldı. Suruç’ta uzun süre devam eden bir nöbet başladı. İnsanların sayıları azalmadığı gibi, direniş kritikleştikçe bu sayı daha da arttı. Aynı zamanda, DAİŞ’in arkasındaki güçlerin netleşmesiyle, bu güçlerin kimler olduğu, nasıl yol verdikleri veya arka planda destekledikleri daha görünür hale geldikçe, Kürtlerin çok geniş kesiminde ve Türkiye cephesinde Kürt halkının mücadelesine ortak oldular” diye kaydetti. 
 
‘Sen de bir tuğla ol’ kampanyası
 
Kobanê sürecinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Kobanê düştü düşecek” sözlerine dikkat çeken Mürüvet Küçük, bu ifadelerin birçok kesimden tepkiyle karşılandığını belirtti. Alınteri’nin Kobanê sürecinde halkla dayanışma içinde olduğunu dile getiren Mürüvet Küçük, “Birçok devrimci güçle birlikte Suruç nöbetlerine katılım sağladık. Çeşitli kampanyalar yürütüyorduk. İnşaat İş Sendikası, Kobanê’de sağlık ocağı yapmak ve halklar arasında bir köprü kurmak için ‘Sen de bir tuğla ol’ kampanyası başlattı. Çok geniş bir imza ve yardım stantları oluşturuldu. Bunlar Kobanê’ye taşındı. Ama o kritik anda Kürt halkının, aslında yıllar içerisinde kazandığı ulusal bilincin, ‘Kobanê düştü düşecek’ söylemiyle çok daha netleşmesi ve bir serhildana dönüşmesi sağlandı. 2011’de Ortadoğu’da başlayan sürecin Suriye’deki yansımaları, Kürt halkı nezdinde DAİŞ’e karşı direnişte kendini ifade etti ve yeni bir sürecin başlangıcını oluşturdu. Bu dönemde, İsrail, İngiltere ve ABD’nin içinde yer aldığı ve İran’ı hedefe koyduğu, İsrail’in güvenliğini sağlamayı ve Çin’le rekabet temelinde tedarik yollarını kontrol etmeyi amaçlayan planların daha da netleştiği bir süreç yaşandı. Herkesin bir yol projesi var, bu projeler çatışıyor, ancak en güçlü olanın bu bölgeleri güvence altına alma planı daha belirgin hale geldi.
 
'13 günde hazırladıkları ya da Türkiye’nin ordusu olarak tanımlanan cihatçı çeteler, dönüş olmadan bölgeye girdiler. Bu anlamda, ‘Ne olabilir?’ diye kestirmek çok zordu. Hamle yaparak nereye kadar gideceklerini düşünerek hareket ettiler ve çok olağanüstü bir dönemde cihatçı çeteler bölgeyi etkileyecek şekilde bir inisiyatif kazandılar” şeklinde konuştu.
 
‘Kobanê direnişi DAİŞ’in belinin kırdı’
 
 Mürüvet Küçük devamında şu ifadeleri kullandı: “Cihatçı güçler Türkiye’nin dibinde ve bölgenin tamamını etkileyecek şekilde bir inisiyatif kazandılar. Kendi başlarına bir inisiyatif değil, ABD, İsrail ve İngiltere başta olmak üzere diğer bölgede bulunan gerici güçlerin, Türkiye de dahil olmak üzere böyle bir şey geliştirdiği bir süreç yaşanıyor. Herkesin kendi hedefi temelinde bir şeyler oluşturmaya çalıştığı, ancak Türkiye’nin hem toprak kazanmaya çalıştığı hem de Kürtlerin bu süreç içerisinde kazandıkları özgüveni toprak anlamında daraltmak ve Rojava’daki gerçekliği sarmalamayı amaçladığı bir tablo var. Ama bununla birlikte Rojava gerçekliğinin kazandırdığı özgüven ve gelecek bilinci perspektifi, Kürtlerin bir kesiminde manevi bir karşılık buluyor. Bu da bunu darbeleyecek, bunu yok edecek bir şeye dönüştürmeye çalışan bir politik duruşu karşımıza çıkarıyor.
 
Kobanê onlar için çok özel bir kin ifadesi aynı zamanda. Çünkü Kobanê direnişi, DAİŞ’in belinin kırılması anlamına geliyor. Kürt özgürlük arayışı hareketinin dünya halkları nezdinde kendisine çok büyük bir yer edinmesi anlamına geldi. Uluslararası bir sevginin ve maneviyatın simgelerinden birine dönüştü. Bu anlamıyla Kobanê’nin hedeflenmesi ve bu pervasız saldırganlığın oraya yönelmesi, Kobanê’nin taşıdığı maneviyatla ilgilidir. 2014’e benzer biçimlerle olmasa bile, gerek Kürt halkının geniş kesimleri gerekse Türkiye cephesinde, Kobanê’nin öyle kolay kolay boğulamayacağını hissettirecek daha güçlü bir halk tepkisine dönüşeceğini bekliyorum."
 
‘Türkiye’nin sınırını çizecek olan halkların direnişidir’
 
Türkiye açısından Kobanê’nin özel bir hedef olduğunu ifade eden Mürüvet Küçük, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Halep, Hama, Humus Türkiye toprağıdır” sözlerini hatırlatarak, “Süleyman Şah Türbesi Kobanê’nin dibinde, zaten onun manevi anlamı üzerinden yaptıkları bir propaganda var. Türkiye’deki o tarihsel ve toplumsal gericilik birikimini açarsak, ‘Buraların hepsini Misak-ı Milli hayallerimiz temelinde kendimize katarız’ şeklinde sattıkları hayaller var. Ama onların hayalleri ve Kürt düşmanlığı temelinde şekillenen planlarından bağımsız olarak bölgede sadece onlar yok. Bölge, çok katmanlı ve çok aktörlü bir karmaşaya dönüşmüş durumda.
 
Bir tarafta İsrail, Golan tarafını koparmaya çalışıyor. ABD, cihatçılarla birlikte bu işe girişti ama aynı zamanda onları kontrol etme ihtiyacı da duyuyor. Türkiye şu anda çok özgüvenli görünüyor, ancak onun sınırlarını çizecek olan yine halkların direnişidir, en başta. Bunu böyle bilmek ve buna güvenle hareket etmek gerekiyor. Ama bir taraftan da, o siyasi aktörler nedeniyle Türkiye, ‘Her yer bizim toprağımızdır’ diyebilecek bir durumda değil şu anda. Birçok pazarlık dönüyor. İran’a karşı plan temelli gelişecek bir operasyonda, eğer Türkiye NATO’nun askeri olarak ‘Ben orada safta yer alacağım’ dediyse, bu noktada planlar çok farklı yerlere evrilebilir. Rojava üzerinden dönen pazarlıklar, hiç beklemediğimiz daha trajik sonuçlara da dönüşebilir. Çünkü şu anda Rojava’yı hiçbir emperyalist güç aslında istemiyor. ABD ile sınırlı bir askeri ilişkisi var, ancak siyasal olarak bir tanınmışlığı yok” ifadelerine yer verdi.
 
‘Rojava’nın savunulması bir görev’
 
Rojava halkının demokratik bir perspektife sahip olduğuna değinen Mürüvet Küçük, söz konusu duruma şu sözlerle dikkat çekti: “KDP çizgisinde bir şey istiyorlar. Türkiye, bunu daha kontrol edebileceği, iş birliğinin çok kökleştiği, öyle bir çizgide, orada çok sınırlandırılmış bir statü ile bir Kürt bölgesi olarak ister. Ama Kürtlere dönük, şu kritik eşikte bir sürü hesabın döndüğü, bir sürü aktörün iç içe geçtiği bu kesitte, bu saldırıları asıl durduracak olan, 2014’teki ruhu yeniden kuşanmak. Türkiye halkları açısından, Türkiye işçi ve emekçileri nezdinde artık cihatçı bir Ortadoğu ve bir Suriye var. Ve bunu genişletmek istiyorlar. Rojava, dünya halkları açısından, Ortadoğu halkları açısından ve Türkiyeli işçi ve emekçiler açısından da başka bir şey temsil ediyor. Bu anlamıyla umut taşıyan, umut ifade eden bir odak olarak, Rojava’nın savunulması bir görev. Demokratım diyen herkesin en başta bunu görmesi gerekiyor. 2014 ruhunu bugünün koşulları içerisinde yeniden örgütleyip bunu yaşatmak gerekiyor. İnsanlığın umut olarak sarılabileceği her şeyi yok etmek istiyorlar. Rojava, bu umutların en önemli parçalarından birini oluşturuyor.
 
Bu umudun, ileri ve demokratik olan her şeyin yok edilmesine odaklanmış bu saldırganlığa karşı savunulması gerekiyor. Halklardan tutalım, çeşitli siyasal anlayışlara sahip olanların o yılların oluşturduğu siyasal bilincin, örgüt ya da yurtseverlik temelli bilincin harekete geçeceğine inanıyorum. Türkiye cephesiyle, kadınlarıyla, işçileriyle, emekçileriyle bunu birleştirmek ve ‘Bunu o kadar kolay yapamazsınız’ı hissettirmek gerekiyor. Çünkü asıl korktukları odur.”