7 günlük sessizlikte direnişin çığlığı oldu: Taybet Ana
- 09:04 18 Aralık 2024
- Güncel
Gülistan Gülmüş
ŞIRNEX - Taybet Ana’nın 7 gün boyunca sokakta bekletilen cenazesi, Kürt halkının yaşadığı zulmün en acı sembolü oldu. 9 yıl geçti; ne adalet sağlandı ne de acılar dindi. “Biz varız ve var olmaya devam edeceğiz” diyen kızı Şarıstan Algan, annesinin direnişini gururla anlatırken, bu davanın peşini asla bırakmayacaklarını vurguladı.
Tarih, bazen unutulmaz direnişleri ve aynı zamanda derin acıları kaydeder. 19 Aralık 2015, Şırnak’ın Silopi ilçesinde, Kürt halkının mücadelesinin ve zulme karşı direnişinin simgelerinden biri hâline geldi. O gün, Nuh Mahallesi’nin 58’inci Caddesi’nde, evine dönmekte olan Taybet Ana (Taybet İnan) keskin nişancıların kurşunlarıyla katledildi. Cenazesi, tam 7 gün 7 gece boyunca, sokak ortasında bekletildi; bu, yalnızca bir annenin bedeni değil, aynı zamanda bir halkın acısı ve direnişinin sembolü olarak hafızalara kazındı.
Zulme boyun eğmedi
Kürt halkı, 90’lı yıllarda köy yakmalarla başlayan zulme rağmen kimliğini, dilini ve yaşamını savunmak için direndi. 2015-2016 yıllarında öz yönetim ilanlarıyla bu mücadele yeni bir boyut kazandı. Ancak devlet, sokağa çıkma yasakları ve ağır saldırılarla Kürt halkının iradesini kırmaya çalıştı. Cizre, Sur ve Silopi gibi kentler, bu saldırıların hedefi oldu. Ancak bu saldırılar, teslimiyet değil; tarih sayfalarına “destan” olarak yazılacak bir direnişi doğurdu. Bu direnişin ön saflarında kadınlar vardı. Sewe, Pakize ve Fatma gibi kadınlar, çocuklarını, yaşlılarını ve topraklarını koruma kararlılığıyla tarihe isimlerini altın harflerle kazıdılar. Bu isimlerin en başında ise, Taybet Ana yer aldı. Kürtçe direniş şarkılarında yankılanan Taybet Ana’nın adı, zulme boyun eğmeyen kadınların mücadelesinin en dokunaklı sembolü oldu.
Bir halkın haykırışı oldu
Taybet Ana, Silopi’nin yasaklarla kuşatıldığı günlerinde, komşusundan evine dönerken keskin nişancıların hedefi oldu. Vücuduna isabet eden kurşunlar, bir annenin yaşamını elinden aldı. Ancak onu daha acı kılan, cansız bedeninin 7 gün boyunca sokak ortasında bekletilmesiydi. Bu an, sessizliğe zorlanan bir halkın haykırışı oldu. Taybet Ana’nın yerdeki o fotoğrafı, sadece bir annenin değil, bir halkın yaşadığı zulmün tüm dünyaya haykırılan yüzüydü.
'Ben gittim sen gitme'
Onu kurtarmak isteyen ailesi de aynı kaderi paylaştı. Eşinin kardeşi Yusuf İnan, Taybet Ana’ya yardım etmek için kapısından çıkarken vuruldu ve yaralı hâlde bir gün boyunca bekletilip kan kaybından yaşamını yitirdi. Ardından eşi Halit İnan, Taybet Ana’ya bir ip uzatarak yardım etmeye çalışırken elinden vuruldu. O an, Taybet Ana’nın eşine söylediği sözler, savaşın ortasında dahi direnişi ve sorumluluğu elden bırakmayan bir kadın figürünün en güçlü ifadesi oldu: “Ben gittim, sen gitme. Çocuklarımıza bakacak birileri olsun.” Bu sözler, Taybet Ana’nın yalnızca bir anne değil, direnen bir halkın kadın yüzü olduğunu gösterdi.
Unutulmayan direniş, hesap sorulmayan adalet
Taybet Ana’nın cenazesi, Silopi’nin sokaklarında 7 gün boyunca bekletildi. O gün yaşananlar, Kürt halkının maruz kaldığı sistematik zulmün bir özeti oldu. Taybet Ana’nın cansız bedeni, o yasaklı günlerde bir halkın onur mücadelesinin sembolü hâline gelirken, aynı zamanda adaletsizliğin ve vicdansızlığın en acı tablosunu sergiledi.Aradan 8 yıl geçti. Taybet Ana’nın katledildiği sokaktaki kurşun izleri hâlâ duruyor. O izler, Kürt halkının unutmadığı bir hafızaya ayna tutuyor. Ancak Taybet Ana’yı vuranlar hâlâ yargılanmadı; adalet hâlâ sağlanmadı. Taybet Ana, bugün dilden dile dolaşan bir direniş şarkısı, bir mücadele ruhu olarak yaşıyor. Onun bedeni o gün toprağa düşse de, adı ve direnişi, zulme karşı baş eğmeyenlerin tarihine altın harflerle yazıldı.
‘Bu katliamın yazarı devlettir’
Yasakların sürdüğü günlerde katliama dair bir mektup kaleme alan Taybet Ana’nın oğlu Ömer İnan, acısını ve annesini kurtarmak isteyip de kurtaramamasını şu sözlerle dile getirdi: “Siz benim annemi öldürdünüz, çocuklarınız var mı bilmiyorum sizin yoksa bile sahiplerinizin var, nasıl bir acı demeyeceğim zira ağır… 7 gün benim annem 7 gün karakış soğuğunda kaldı, en acısı kaç saat yaralı kaldı bilememek, keşke diyorum hemen ölmüş olsa. Siz benim annemi öldürdünüz Allah da sizin! Bu yazıda okuduğunuz her şey ama her şey bir gerçekten esinlenilmiştir. Bu hayat hikâyesi bir film senaryosu değil, isimler, anlatımlar bana ait olsa da bu katliamın yazarı devlettir.”
Kızı Hezni İnan da katledildi
Taybet Ana’nın ardından kızı Hezni İnan da, yasak sürecinde Cizîr’de bir evin bodrumunda yakılarak katledildi. Hezni İnan’a ait yakılmış ve parçalanmış kıyafetler, katledilişinden 8 yıl sonra 7 Eylül günü 3 ayrı zarfla ailesine teslim edildi. zarflardan, Hezni İnan’a ait yakılmış ve parçalanmış kazak, pantolon ve hırka çıktı.
‘PKK yaptı’ diyen devletin kurşunlarıyla Taybet Ana katledildi
Katliamın PKK tarafından yapıldığını öne süren iktidarın iddialarını, keskin nişancı tarafından ateş açıldığını somutlayan otopsi raporu çürütüldü. 25 Aralık 2015 tarihli otopsi raporuna göre, Taybet Ana’ya 10 adet ateşli silah mermi çekirdeği veya parçasının isabet ettiği belirtilirken, ölüm nedeni ise çoklu ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı beyin kanaması olarak kayda geçti.
Gözlerinde 9 yılın derin bakışı: Şarıştan Algan
Geçen 9 yılın ardından yönümüzü Silopiya’ya, Taybet Ana’nın kızı Şarıstan Algan’ın evine çeviriyoruz. Kapıyı çalıyor, içeri giriyoruz. Şarıstan Algan’a kendimi tanıtıyorum. Ne için geldiğimi anlıyor ve derin bir burukluk yaşıyor; ancak bunu hissettirmemek için büyük bir çaba sarf ediyor. Muhtemelen annesine duyduğu özlemi ve yaşadığı acıyı başka işlerle meşgul olarak bastırmak istemiş. Ona ne için geldiğimi söyledikten sonra röportaj için hazırlığıma başladım. Taybet Ana’nın bir fotoğrafını da istedim. Az sonra elinde annesinin fotoğrafı ile geldi Şarıstan Algan. Oturdu, nasıl oturması gerektiğini, hangi açıdan bakması gerektiğini sordu. Sonra gözlerini bir yere dikti ve daldı. Ona, “Başlayalım mı?” diye sorduğumda, “Evet hazırım, başlayalım ama çok uzun sürmesin olur mu, kusura bakmayın çok uzun olmasa daha iyi olur” dedi. Aslında, çoktan annesini ne kadar çok özlediğini anladığım ağlaması gelmişti bile.
‘Barış istemeye devam edeceğiz’
Sonra sorumu sordum ve Şarıstan Algan anlatmaya başladı: “Annemin katledildiği yıl bizim için gerçekten çok zor bir yıldı. O yıllarda çok acı çektik. Hiçbir devlette, hiçbir yerde, hiçbir dönemde böyle bir şey görülmemiştir. Düşünün, bir insanın cenazesi 7 gün 7 gece sokakta yerde kalıyor ve kaldırılmıyor. Bu bizim için gerçekten çok zordu. Bunun acısını uzun süre çektik. Yaşanan katliamın üzerinden 9 yıl geçti, 10’uncu yılına giriyor; ama acımızda hâlâ bir değişiklik yok. 9 yıldır, bu katliamları yapanların hiçbiri cezalandırılmadı. Bu süre içinde bunların mutlaka cezalandırılması gerekiyordu; ama yapılmadı. Yine de bizler adaletin peşine düşeceğiz, barışı istemeye devam edeceğiz. Baktığınızda, her yerde savaş var. Dünyada bu kadar güzellik varken neden böyle bir şey yapıyorlar?”
‘Biz varız ve var olmaya devam edeceğiz’
Röportaj esnasında duygulanan Şarıstan Algan, bütün meselenin ve saldırıların kökeninde Kürt kimliğinin olduğuna işaret ederek konuşmasına devam etti. “Onların derdi ne? Onların derdi bizim dilimiz. Onlar bizim dilimizi kullanmamızı istemiyorlar, bizler de bunu kabul etmiyoruz. Biz varız ve her zaman da var olmaya devam edeceğiz. Bizler sağ olduğumuz sürece çocuklarımızın, şehitlerimizin kanının peşinde olacağız. Ne olursa olsun bu davanın peşini bırakmayacağız. Annemin şehit olduğunu duyduğum zaman çok farklı hissettim. Baban, kardeşin şehit düşse de çok acı çekersin; ancak eğer şehit düşen annense, durum çok daha farklı oluyor. 7 gün 7 gece annenin cenazesinin yerde olması ve gidip de hiçbir şey yapamamak, mezarına gidememek ya da herhangi bir şey yapamamak çok zor bir durum. Başka birinin annesi olsa bile içim çok yanardı, çünkü bu gerçekten çok büyük bir dert.”
Aslında Şarıstan Algan’ın söylemek istediği çok şey vardı; ancak hâlâ çok hassastı. Gözlerine baktığınızda büyük bir acının izlerini görmek kaçınılmazdı. Bununla birlikte, Kürt sorunu ekseninde devam eden mücadelenin verdiği gururu görmezden gelmek de imkânsızdı.