Mülteciler hedefte: Nefret politikaları ve artan saldırılar

  • 09:04 30 Ocak 2025
  • Güncel
 
Rozerin Gültekin
 
İSTANBUL – Savaş politikaları milyonları göçe zorlarken, mülteciler nefret söylemleri, ayrımcılık ve şiddetin hedefi haline geliyor. Kadınlar ve çocuklar ise en savunmasız gruplar arasında yer alıyor. 
 
İktidarların savaş politikaları, halkları mülteci ve göçmen olmaya zorlamaya devam ediyor. Her geçen gün yerinden edilen insanların sayısı artarken, aynı zamanda bu insanlar nefret politikalarıyla hedef haline getiriliyor. Özellikle kadınlar ve çocuklar, mülteci karşıtı saldırıların en büyük mağdurları arasında yer alıyor. Katledilme, taciz, şiddet ve insan onuruna yakışmayan muamelelerle karşı karşıya kalan mülteci ve göçmenler, güvensiz ülkelerine zorla geri gönderilme tehdidiyle de karşı karşıya kalıyor.
 
2024 yılında mültecileri hedef alan bazı olaylar: 
 
*Dijital medyada paylaşılan bir videoda, tramvayda yolculuk yapan mülteci bir kadına ayrımcı ve ötekileştirici ifadeler kullanıldı: "Herkes gidecek ülkesine! İstemiyoruz sizi burada, biz Türk’üz."
 
*CHP’li Afyonkarahisar Belediye Başkanı Burcu Köksal, kentteki sığınmacılara ait ruhsatsız işletmeleri mühürleyerek şu açıklamayı yaptı: "Söz verdiğim gibi Afyonkarahisar’da Suriyeli mülteciler olmak üzere tüm mültecilerin iş yeri açmalarına engel olacağım. Şehrimizden ayrılmaları için ne gerekiyorsa yapacağım. Amasız, fakatsız, lakinsiz göndereceğiz!"
 
* Antalya Döşemealtı Geri Gönderme Merkezi’nde (GGM) işkence gördüklerini Adalet Bakanlığı’na ileten 6’sı kadın, 9’u erkek 15 kişi, Van Geri Gönderme Merkezi’ne sevk edildi. Mülteciler, sağlık hizmetlerine erişemediklerini, görevliler tarafından hakarete ve şiddete maruz kaldıklarını, darp raporu alamadıklarını ve tehdit edildiklerini ifade etti.
 
*İstanbul Mecidiyeköy metro durağında, polis mülteci bir kadını "çıplak" bir şekilde darp ederek gözaltına aldı.
 
*Karaburun’da lastik bottan denize düşen ve 13 gündür aranan göçmen çocuğun cenazesine ulaşıldı.
 
*Bodrum açıklarında mültecileri taşıyan bir bot arıza yaptı. 14 kişi kurtarılırken, 2 kişi hayatını kaybetti, 4 kişi ise hâlâ kayıp.
*Adana’da 11 yaşındaki mülteci bir çocuk, iş cinayetinde yaşamını yitirdi.
 
*Wan-İran sınır hattında, aile oldukları düşünülen üç mülteci yaşamını yitirmiş halde bulundu.
 
*Kayseri, Hatay Reyhanlı, Bursa, Kilis, Adana, Dîlok (Gaziantep), İzmir ve İstanbul’da mültecilere ait iş yerleri ve evlere saldırılar düzenlendi.
 
*Kayseri'de başlayan ve birçok ile yayılan ırkçı saldırılarda, 17 yaşındaki Suriyeli mülteci çocuk Ahmet Handan El-Naif katledildi. 
 
*Suriyeli mülteci kadın L.İ., doktor Hüseyin Fehmi Vural tarafından cinsel tacize maruz kaldı.
 
*Amed’de (Diyarbakır) kendini K.A. olarak tanıtan M.A.S. adlı polis, oturum izni almak için Göç İdaresi’ne başvuran bir göçmen kadını taciz etti.
 
*CHP’li Mamak Belediye Başkan adayı Veli Gündüz Şahin, seçim çalışmaları sırasında mülteci çocuklara hitaben şu ifadeleri kullandı: "Gönderirim ben bunları memleketine! Bunlar büyüyünce memlekete büyük sorun olacak."
 
*İstanbul Bağcılar’da, fail Zekeriya A. girdiği evde 12 yaşındaki Suriyeli kız çocuğunu işkence ederek katletti, 5 yaşındaki kardeşini yaraladı.
 
Ötekileştirme derinleşiyor 
 
Göçmenlerin ve mültecilerin Türkiye'de neler yaşadıklarına değinen İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, ortak sorunlara sahip olduklarını belirtti. Gülseren Yoleri, şu ifadeleri kullandı: "Ne zaman ki insanlar yaşadıkları bölgeden başka bir yere gitmek zorunda kalıyor, birtakım ortak sorunlarla karşılaşıyorlar. Her şeyden önce, gittikleri yerdeki insanların onları kabul etmemesi sorunu ortaya çıkıyor. Bir ötekileştirmeye maruz kalıyorlar. Çünkü yerel halk, yeni gelen insanlara yabancı ve ‘tehlikeli’ gözüyle bakıyor, onları kendi yaşamlarına bir tehdit olarak algılıyor. Eğer gelen topluluk farklı bir kültürden geliyorsa, bu tablo daha da ağırlaşıyor. Çünkü o zaman, siyasi düşünce, inanç veya dil farklılıkları nedeniyle ötekileştirme daha da derinleşiyor. Türkiye'de ‘mülteci’ ya da ‘göçmen’ olarak adlandırdığımız insanlar, bu tarz bir ayrımcılığa ve bu ayrımcılığın körüklediği nefret saldırılarına açık hale geliyor. Buna ilişkin onlarca örnek var. Hatta bu nedenle yerleşmeye çalıştıkları bölgelerden tekrar göç etmek zorunda kaldıklarına sıklıkla tanıklık ediyoruz. Güvenli olmadığı halde ülkelerine dönmek zorunda kalanlar bile oluyor ya da kendilerini o derece güvensiz hissedebiliyorlar."
 
‘İstanbul Sözleşmesi mültecileri de koruyordu’
 
Türkiye’nin mültecilerin hukuki statüsünü düzenleyen Cenevre Sözleşmesi’ne coğrafi çekince koyduğunu hatırlatan Gülseren Yoleri, bu çekincenin Türkiye’nin yalnızca Avrupa Birliği ülkelerinden gelen kişilerin iltica başvurusunu değerlendireceği ya da kabul edeceği anlamına geldiğini belirtti. Gülseren Yoleri, sözlerine şöyle devam etti: "Türkiye’de bulunan göçmenlere ya da mültecilere baktığımızda, aslında neredeyse tamamının bu tanımın dışında kaldığını görüyoruz. Neredeyse tamamı Orta Doğu, Afrika veya Asya ülkelerinden geliyor. Dolayısıyla Türkiye’nin mülteci olarak hukuken statü tanımadığı ülkelerden gelen kişilerden bahsediyoruz. Sayı her geçen gün değişmekle birlikte, 6-7 milyon civarında olduğu söylenen bir topluluğun hukuki statüden yoksun olduğunu söyleyebiliriz."
 
'Hiçbir koruma mekanizması yok'
 
Türkiye’nin mülteci politikalarının zaman zaman değiştiğini belirten  Gülseren Yoleri, bazı mülteci gruplarına farklı statüler tanındığını ancak bunun yeterli hukuki güvence sağlamadığını şu sözlerle vurguladı: "Örneğin, bir dönem Bulgaristan’dan gelen topluluğa bazı haklar tanındı. Suriye’den gelenlere ise ‘geçici koruma kimliği’ verilerek geçici bir koruma statüsü sağlandı. Ancak bu statüler hem geçici hem de hukuki olarak yetersizdir. Geçici koruma statüsü sağlanan Suriyeliler bile barınma hakkı, eğitim hakkı gibi en temel konularda ciddi mağduriyetler yaşamaya devam ediyor. Hiç statü tanınmayan topluluklar ise tamamen koruma dışı bırakılıyor. Hiçbir koruma mekanizması yok onları koruyabilecek."
 
Kadınlar ve çocuklar hedefte
 
Kadınlar ve çocuklar için tek koruma mekanizmasının İstanbul Sözleşmesi olduğunu vurgulayan Gülseren Yoleri, Türkiye’nin bu sözleşmeden çekilmesiyle mülteci kadın ve çocukların daha da savunmasız hale geldiğini belirtti. Gülseren Yoleri, "Kadınları ve çocukları koruyabilecek tek mekanizma vardı, o da İstanbul Sözleşmesi’ydi. İstanbul Sözleşmesi, özellikle mülteci gruptaki kadınların ve çocukların adalete erişimini, şiddetten korunmasını ve hukuki yardım da dahil her türlü imkânın sağlanmasını öngörüyordu” diye belirtti. 
 
'Savaş mülteciliğin ve göçmenliğin nedeni'
 
ürkiye’de mültecilerin açık bir şekilde güvencesiz bir durumda olduklarının altını çizen Gülseren Yoleri, savaşa neden olan ülkelerin aslında toplumların göçmen ve mülteci olmasında doğrudan payı olduğunu kaydetti.  Gülseren Yoleri, Avrupa ülkelerinin mültecilerin göç etmesini engellemek için aldığı sert tedbirleri hatırlatarak şunları dile getirdi: "Avrupa ülkeleri, yabancıların kendi sınırlarından içeriye girerek göç etmesini engellemek için çeşitli tedbirler alıyor. Bu tedbirlerden en önemlisi ‘Geri Kabul Anlaşmaları’dır. Geri Kabul Anlaşmaları ile, buradan tehlikeli yollarla bile Avrupa'ya ulaşan yabancıların veya göçmenlerin Türkiye'ye tekrar iade edilmesinin yasal zeminini oluşturmuş durumdalar. 2016 yılından beri çok aktif bir şekilde uygulanan bir süreçten bahsediyoruz."
 
'Yabancılar iltica başvurusu yapmalı'
 
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) Türkiye’deki faaliyetlerini durdurduğunu hatırlatan Gülseren Yoleri, bu durumun mülteciler açısından büyük bir hukuki çıkmaz yarattığını ifade etti. Gülseren Yoleri, "Türkiye'de bulunan yabancıların mülteci statüsü kazanabilmesi için uluslararası koruma başvurusu ya da iltica başvurusu yapması gerekir. Ancak, bu süreci takip eden Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Türkiye'deki faaliyetlerini durdurduğu için bu süreç artık Türk makamlarının insafına bırakılmış durumda. Bu da, Türkiye’deki mültecilerin uluslararası koruma başvurusunda bulunamayacağı anlamına geliyor” dedi. 
 
'Her türlü sorunda sorumlulukları var'
 
Gülseren Yoleri, mültecilerin uluslararası koruma başvurusu yapmasının önündeki engellere işaret ederek şöyle konuştu: "Türkiye’deki bir mülteci, ‘Burada yaşayamıyorum, buradaki koşullar insani değil, devlet beni korumuyor, bu yüzden bir Avrupa ülkesine gitmek istiyorum’ diyerek başvuru yapmalı. Ancak, bunu Türk yetkililerine söylemesi gerekiyor. Bu, akla ziyan bir durumdur. Uluslararası mekanizmaların ve ülkelerin hem göçün ortaya çıkmasında hem de mültecilerin temel haklara erişiminde yaşanan her türlü sorunda sorumlulukları vardır."