Gülistan Kılıç Koçyiğit: Çözüm için Meclis harekete geçmeli
- 10:36 26 Mart 2025
- Siyaset
ANKARA - DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Silahlar nereye bırakılacak, yasal güvence nedir?” diye sordu ve Meclis’in demokratik çözüm için yasal adım atması gerektiğini vurguladı.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Meclis’te gündeme dair basın toplantısında konuştu.
‘İktidar yarattığı yoksulluktan utanmıyor’
İktidarın sabaha kadar Meclis'i çalıştırmasından çıkan tek sonucun bin TL emekli ikramiyesi olduğunu söyleyen Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Gerçek anlamda biz telaffuz ederken utanıyoruz. Emekli o parayı çekerken utanıyor, yoksul pazara giderken utanıyor ama ne yazık ki iktidar yarattığı bütün bu yoksulluğun, bu yıkımın karşısında utanmak bir yana pişkin pişkin yoksulun, emeklinin yüzüne bakarak bin TL’yi büyük bir rakammış gibi topluma anlatmaya devam ediyor. Neredeyse milyonlarca insan açlık sınırının altında yaşamaya mecbur ve mahkûm edilmiş durumda. Günümüzde milyonlarca insan asgari ücretin neredeyse yarısıyla yaşamak durumunda kalıyor. 4 milyon emekli yaşamlarını çok cüzi miktarlarla idame etmeye çalışıyor. Dünya kadar uluslararası rapor, endeks var. Hepsinde Türkiye ne yazık ki en sonda” sözlerini kullandı.
‘Ekonomi toplum için alarm veriyor’
“Ekonomi, toplum ve yoksullar açısından alarm veriyor” diyen Gülistan Kılıç Koçyiğit, iktidar sermayesinin ise yoksulun sırtına binmeye devam ettiğini belirtti. Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Sadece 2 ay içindeki enflasyon oranı yüzde 7.3 oranında arttı. Yani 14 bin 469 TL olan emekli maaşının yüzde 56’sı, aslında 2 aylık enflasyon oranıyla zaten eridi gitti. Bugün milyonlarca insan, aslında maaşlarını sadece 5 katı arttırsa ancak ve ancak yoksulluk sınırına yaklaşabiliyor. Çünkü bu ülkede yoksulluk sınırı 78 bin 230 TL’ye, açlık sınırı ise 25 bin 720 TL’ye yaklaştı. Emekli ne alıyor? Sadece 14 bin 469 TL” dedi.
‘Krizi engellemenin yolu darbelere son vermek’
Ekonomik krizin anti-demokratik uygulamalarla bağlantılı olduğunu kaydeden Gülistan Kılıç Koçyiğit, devamında şu ifadeleri kullandı: “Anti-demokratik, hukuksuz bir darbenin sonucunda bu ülkenin Merkez Bankası’nın rezervleri, dövizi bir yerde tutmak için 3 günde 25 milyar dolar eridi. Uluslararası bazı yatırım kuruluşları, Türkiye’deki bütün haklarından feragat ederek Türkiye piyasasından çekildiler. Bu da yetmedi; riskler artınca, borsa çökünce, dolar rezervleri eriyince Sermaye Piyasası Kurulu önlem için toplantı aldı. Bankalarla toplantı yaptılar, bu krizi nasıl engelleriz diye. Krizi engellemenin yolu açık: Anti-demokratik olmayın, hukuksuzluk yapmayın, darbe yapmayın, seçilmiş iradeye el koymayın, belediye başkanlarını tutuklamayın, darbe üzerine darbe yapmayın. Cumhuriyet başsavcılarını operasyon odağı olarak bindirilmiş kıtalar gibi kullanmayın. Döviz rezerviniz de artar, ekonomik kırılganlığınız da gider, refah da artar. Bu ülkede demokrasi olmadan ekonomi olur mu? Bir ülkede barış olmadan ekonomi olur mu?
Ekonomi Bakanına tepki: Orada boşuna oturuyorsun
Şimdi uluslararası finans kuruluşlarıyla online toplantı yapıyor Sayın Şimşek. Toparlamaya çalışıyor. ‘Bu İstanbul’un hali nedir?’ diye soranlara yanıt yok diyor. Nasıl yanıt yok? Darbeci bir iktidarın ekonomi bakanısınız. Yanıt; açık: Halka, hukuka, sandığa darbe yapıyorsunuz, seçilmiş iradeyi gasp ediyorsunuz, sandığı tanımıyorsunuz. Seçimsiz bir yönetim ve rejim ilan etmeye, sistemi buraya itmeye çalışıyorsunuz. AKP şunu söylüyor: ‘Ben sandıktan çıkarsam sandık meşrudur, sandık haktır, o zaman halkın iradesi tecelli etmiştir. Ama sandıktan eğer muhalefet ve başka bir parti çıkarsa o sandık gayrimeşrudur’ diyor. ‘Ben ona öyle ya da böyle el koyarım’ diyor. Kent Uzlaşısı gibi toplumun ihtiyaçlarına cevap veren, demokrasi kültürünü geliştiren uzlaşıyı, demokrasinin en ilkesini kriminalize ederim, HDK’ye oradan KCK’ye bağlarım, kopyala yapıştır dosyalar yaparım. CHP’ye de DEM Partiye de kayyım atarım diyor. Bütün bunlara ekonomi bakanının bir sözü yoksa biz ekonomi bakanına söyleyelim: Orada boşuna oturuyorsun.
Asıl vandallık polisin halka yönelik orantısız şiddetidir
İstanbul darbesinden sonra sokağa çıkan üniversitelilere, gençlere, milyonlara karşı uygulanan polis şiddetinden görüyoruz. Dünden beri bunu Meclis’te vandallık olarak tarif ediyor AKP iktidarı. Ne zamandan beri toplumun hukuka sahip çıkması, adalet talep etmesi, demokrasiye sahip çıkması, seçilmiş iradesinin arkasında durması vandallık olarak yaftalanıyor? Bir vandallık varsa söyleyelim; polisin orantısız bir şekilde halka yönelik şiddetidir. Sokağa çıkmak, protesto etmek evrensel bir haktır. Bugün milyonlar bu evrensel hakkını ve anayasadan kaynaklı hakkını kullanıyor. İktidar bu tabloyu okumak ve sokaktaki milyonların sesine kulak vermek yerine, bugün sokağı bilerek ve isteyerek terörize ediyor. Sadece haber takibi yapan, hakikati ve gerçeği halka ulaştırmaya çalışan 16 gazeteci tutuklandı. Mesleki faaliyetini yapmak nedeniyle insanlar nasıl gözaltına alınıp tutuklanırlar? Bu hangi demokrasi kriteridir, bu nasıl bir ülkedir? Artık isyan ediyoruz bunlara.
Türkiye bir yol ayrımındadır, kararını vermek zorunda
Türkiye iki açıdan yol ayrımındadır. Birincisi, 27 Şubat’ta yapılan çağrı nedeniyle yol ayrımındadır. 27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın tarihi çağrısı Türkiye’ye şu soruyu soruyor: ‘Sen Kürt sorununun demokratik çözümünden yana mısın? Demokrasiden, birlikte yaşamdan yana mısın? Yoksa mevcut düzenin devamından mı yanasın? Çözümsüzlükte ısrar ederek iktidarda kalmaya mı çalışacaksın? sorusunu bugün AKP iktidarına soruyor.’
Diğeri, İstanbul’daki darbenin kendisi Türkiye’yi bir yol ayrımına getirmiştir. 16 milyonluk bir mega kentin, bir metropolün, dünya başkentlerinden birinin büyükşehir belediye başkanını tutuklamak, onun ilçe belediye başkanlarını tutuklamak, cezaevine koymak yetmemiş, kayyım atamanın kendisi bir yol ayrımıdır. Türkiye kararını vermek zorunda, iktidar kararı vermek zorunda. Ya anti-demokratik uygulamalarla yol almaya devam edecekler ya da gerçekten rotalarını demokrasiye dönecekler ve bu ülkeyi hep beraber düze çıkaracağız. Ama gördüğümüz, anladığımız, okuduğumuz şey; iktidar hukuksuzlukla ayakta kalmaya çalışıyor.
Demokrasi bir bütündür
Bugün toplumda büyük bir feryat varken, toplumda büyük bir itiraz hareketi yükselmişken, Newroz alanlarında milyonlar 27 Şubat’taki Asrın çağrısının etrafında kenetlenmişken, barış ve çözüm talebini birinci elden milyonlar sahiplenmiş ve bu çağrının arkasında durmuşken; Saraçhane’den Amed Newrozu’na, İstanbul Newrozu’ndan bugün İzmir’de, Ankara’da sokağa çıkan her bir yurttaşa kadar, bu ülkenin demokratik geleceği için söz söyleyen, alana çıkan insanların sesine Meclis gerçekten kulak kabartacak mı?
Yoksa bugün olduğu gibi anti-demokratik yasaları, toplum karşıtı yasaları çıkarmaya devam mı edecek? Demokrasi meselesini bir bütün olarak görüyoruz. Sadece Kürt’e demokrasi gibi bir algımız yoktur. Türkiye demokratikleşmeden Kürt sorunu çözülemez. Kürt sorunu çözülmeden Türkiye demokratikleşemez. Bunlar iç içedir ve birbirine bağlıdır. Kürt sorunu kendinden menkul, Türkiye’nin demokrasi sorunundan yalıtık, ayrı bir sorun değildir. Bizzat bu ülke demokratik olmadığı için, özgürlükçü olmadığı için Kürt sorunu diye bir sorunumuz var.
Bugün adım atılacaksa, bütün ülkenin demokratikleşmesi için adım atılmak zorundadır. Bu, Kürt’ü de Türk’ü de kapsayacaktır; bu ülkede yaşayan 86 milyon insanı da kapsayacak bir demokrasi hamlesi olmalı, olmak zorundadır.
Meclis sorumluluğunu ne zaman yerine getirecek?
Meclis Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş’a da seslenmek istiyoruz. 27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın yaptığı çağrının ardından Meclis Başkanımız şöyle söylemişti: ‘TBMM Türkiye’nin bütün sorunlarının çözüm yeridir. Dolayısıyla mesele TBMM’deki siyasi partilerin ortak tavrı ile çözümlenecektir. Gerektiği zaman biz de devreye girerek bu konuyla ilgili meselenin şeffaf, açık, samimi bir şekilde yürütülmesini sağlayacağız. Sonuçta Meclis üzerine düşen sorumluluğu yerine getirecek.’ diye de sözlerini söylemişti. Peki soruyoruz; ne zaman bu sorumluluğu yerine getirecek? Ne zaman Meclis, toplumsal barış için gerçekten söz söyleyecek? Bu tarihsel sorumluluktan bu ülkenin seçilmişleri ne zamana kadar kaçacaklar? Kafalarını kuma göme göme ne kadar yol alabilirler, bu ülkeye ne kadar yol aldırtabilirler sorusunu sormamız gerekiyor.
Toplum çözüm beklerken saldıran bir iktidarla karşı karşıyayız
Ülkenin, halkın gerçek gündemi; demokratik alanın genişletilmesi, ekonomik refahın yükseltilmesi, barışın toplumsallaşması ve bütün bunlar için emek sarf eden bir Meclis pratiğini tüm Türkiye halkları görmek istiyor. 1 Ekim’den beri içinde bulunduğumuz süreçte sürekli iktidarın parmak salladığını görüyoruz. Herkese parmak sallayan, sürekli aba altından sopa gösteren ve kayyım pratikleriyle, tutuklama pratikleriyle demokrasi alanını daraltan, anti-demokratik uygulamaları son hız devam ettiren bir iktidar pratiğiyle karşı karşıyayız. Biz; ‘Tecrit kaldırılsın, umut hakkı tanınsın, hasta tutsaklar öncelikli olmak üzere infazda eşitlik sağlansın. Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ve TCK’daki ayrımcı yasal maddeler hızla ayıklansın. Gerçekten AİHM ve AYM kararları doğrultusunda bu ülkedeki yasal mevzuat hızlıca taransın.’ dediğimizde karşımıza tek bir maddeyle çıkıyorlar.
Tek bir sözle çıkıyorlar: Silahlar bırakılsın. İyi, tamam bırakılsın. Silah bırakılmasın diyen var mı? Sayın Öcalan, büyük bir sorumlulukla 40 yılı aşkın süredir içinde bulunduğumuz bu şiddet zeminini sonlandıracak çağrıyı 27 Şubat’ta yapmadı mı? Kendi örgütüne 27 Şubat’ta silah bırakma çağrısı yapmadı mı? Yaptı. Örgüt buna olumlu karşılık verdi mi? Evet. Hatta bir adım attılar, ateşkes ilan ettiler. Peki bugün Meclis gerçekten örgütün silah bırakması için gerekli yasal mevzuatı, sürecin selameti için gerekli olan çerçeve yasayı konuşuyor mu? Hayır. Bu insanlar nereye silah bırakacak? Örgüt nereye ve nasıl bırakacak? Bunun yasal güvenceleri nedir diye bir tartışma yürütüyor mu? Hayır.
Meclis Başkanı rolünü oynasın
Tek bir şey var: Silah bıraksın. Nereye bıraksın? Nasıl bıraksın? Hangi yöntemle bıraksın? Bu soruların yanıtlarını alamıyoruz. Sayın Öcalan’ın, bu sürecin selameti açısından ve sürecin ilerletilmesi açısından koşullarının düzeltilmesine ilişkin bir adım var mı? Onun da olmadığını görüyoruz. Hâlihazırda özgür çalışma koşullarını, süreci yürütmek için örgütüyle ilişki kurup kongre yaptırabilecek koşullara yönelik bir yaklaşım var mı? Hayır.
Sayın Numan Kurtulmuş’a atıfla yeniden söyleyelim. Demişti ki: ‘Hiç kimsenin süreci zehirlememesi gerektiği kanaatindeyiz. Süreci bir siyasi pazar haline getirmeden tamamlayacağız.’
Bu kadar önemli, bu kadar tarihi bir açıklama varken bu süreci; İstanbul pratiğiyle, kayyım ve tutuklama pratiğiyle, sokaktaki insanlara gazla, jopla saldırma pratiğiyle kim zehirliyor? Bugün süreç karşıtı bir iklimin oluşması, sürecin zehirlenmesi açısından kim çalışıyor, kim söz söylüyor, kim harekete geçmiş durumda?
Bu soruları biz Sayın Kurtulmuş’a ve bütün iktidar yetkililerine sormak istiyoruz. Bu ülkede fiili olarak anayasa askıdadır. Fiili olarak anayasa askıda olduğu için bugün Kürt sorununu hukuki ve siyasi zeminde konuşamıyoruz. O nedenle bir an önce hukuki ve siyasi zeminin açılması gerekiyor. Bir an önce yasal çerçevenin ve güvencenin Meclis tarafından oluşturulması gerekiyor. Bir an önce Meclis’in, Kürt Sorununun Demokratik Çözümü için inisiyatif alması, Meclis Başkanı’nın burada rolünü oynaması gerekiyor.
Bütün bunlar için de Meclis’in yeniden kurucu bir anlayışla, 21’inci yüzyılın kurucu Meclis rolüyle harekete geçmesi gerekiyor.”